Evler sokaklarda buluşur; anneler, babalar, kardeşler, komşular, dostlar, teyzeler, amcalar, ailelerle... Sokaklara düşer hüzünler, kederler, sevinçler... Sokaklar arkadaştır, dosttur, yoldaştır aynı zamanda.
Her gün nice sokaktan geçeriz de ayrıntılarına bakmayız, ayrımına varmayız birçok güzelliğin, görüntünün. Oysa sanatçı, oysa şair görür ayrıntıları, belleğine alır, şiirine, yazısına, öyküsüne, romanına, resmine, yontusuna yansıtır yeri gelince.
Kentin uzak sokakları daha yoğunlukludur; şiire, yazıya, öyküye, romana koşarcasına. Yazmak, görüntülemek için o denli ses, devinim, renk var ki…
Orada insanların özlemleri, beklentileri, kırgınlıkları, ürkeklikleri, acıları, yoksullukları, kavgaları daha çarpıcıdır, daha derindir.
Sokakta insan yaşıyorsa, sokakta canlıların devinimi varsa, oradan sanata, yazına da yansımalar olacaktır elbet.
Şair gönlü imgesel çağlayanıyla, kurgusuyla sokağa anlamlar, tatlar, renkler yükler. Yağmuru bir başka yağdırır; ilkyazın ve sonyazın canlılığını, hüznünü bir başka anlatır; özlemini, sevincini, hüznünü, kavgasını, umudunu, sevdasını bir başka dokur sokaklara.
Sokağın arka yüzünü, geleneklerini, aile yapısını, komşularını bilmeyen şair, sokağın şiirini derinliğine yazabilir mi yoksa?
Erken ölümlü şair Muzaffer Tayyip Uslu “Rüştü’den gelen Mektup” adlı şiirinin bir dörtlüğünde şu dizelerle seslenirken, bir gerçeği de dillendirmiş olmalı: “Sokakların ellerinden öperim/ Bana yaşamasını öğretmişlerdi/ Dost olsun, düşman olsun/ İnsanlara iyi günler dilerim.”
Ev’ler şairi Necatigil de bilir sokakların halini. “Sokaktan Gelmek” şiirinde “Bir sokağa çıkmayın bozulur bunca büyü/ Yavan gelir ev size,/ Hayatınız kuytu ve küflü/ Sokaklarsa aydınlık, taze” derken, sokakları bir başka biçimde sunar bize.
Ali Püskülloğlu “Sokak Düşünceleri” şiirinde sokakların bir başka yüzünden söz eder: “Sokağa çıkıyorum/ Yürüyorum işime her sabah aynı yoldan,/ Selamlaşıyorum tanıdıklarla/ Ki hiçbirinin yüzü gülmüyor;/ Geçitlerde duruyorum, arabalar geçiyor hızla,/ Karşıya geçiyorum dikkatle ve irkiliyorum/ Üstüme çevrilmiş silahlardan.”
Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak şiirine başlarken, “bulutların çıkınını” açarsınız, gökyüzünün mis kokulu güvercinlerini, insan gözlü kedilerini görürsünüz. Ha bir de “telgrafın tellerindeki gemi leşleri”ni... Şair imgelemi işte.
İzmir sokakları sayılarla belirlenmiştir. Oysa ben anlamlı çağrışımlara açık sokak adlarını daha önemli bulurum. Kente, ülkeye, insanlığa yararlı işler yapmış, başarılar kazanmış, emek vermiş adların verildiği sokaklardan geçmek bir ayrıcalıkmış gibi gelir bana.
Karşıyaka’da Salah Birsel, Şükran Kurdakul, Attila İlhan, Berin Taşan, Hüseyin Yurttaş, Metin Altıok, Rüştü Şardağ sokaklarından şiir sıcaklığı, dostluğu, sevgisi, saygısıyla geçerim.
Cahit Külebi gelir usuma Anadolu kokusuyla, İzmir tadıyla: “Savaştepe köprüsünden geçen tirenler/ Sel olur İzmir’e akar./ İzmir’in denizi kız, kızı deniz/ Sokakları hem kız hem deniz kokar.”
Kentleri, beldeleri güzelleştiren salt yollar, kaldırımlar, geçitler, alt ve üst yapılar değil; kültür, sanat, yazın adamlarına verilen değer, gösterilen saygı anıtlarıyla da anlam kazanır.
İzmir’in her yanında salt şairlerin değil, yazarların, bilim adamların, basın emekçilerinin, saygın ve seçkin insanların da adlarının verildiği sokakların daha çoğalmasından kıvanç duyarım, gönenirim elbet.
Sosyal olgunun sokaklarda karşımıza çıkması bir gerçeklik değil mi? Yerel yöneticiler, kenti yönetenler, sokaklarda oluşturulan sanatsal devinimleri, şiiri sokağı anlamlı kılan kazanımlar olarak görmeliler.