Ustamız Aziz Nesin’in müthiş yapıtıdır, herkesin ve özellikle yetişkinlerin okumasında yarar vardır. Çocukların diliyle, yetişkinlerin dünyası kıyasıya ve duyarlıkla sergilenir, eleştirilir. İlk radyo oyunum “Yetenek”i yazarken, bana esin kaynaklığı yapmıştır. Oyunda, çocuklarının yeteneklerini keşfetmek için olmadık işlere kalkışan, sonunda çocuğun ruhunda ve bedeninde türlü arızalara yol açan bir ailenin acınası ve gülünesi halleri anlatılır.

Bugünlerde, özellikle sosyal medya denen, anti sosyaller ile medyadan ve dünyadan bihaberler sayesinde bataklığa dönen mecrada, Atakan adlı bir çocuktan söz ediliyor. Gazeteler ve televizyonlar eksik durur mu? Sayelerinde çocuğun yüzlerce kitap okuduğunu öğrendik, insanın, dünyanın ve memleketin hallerine dair beyanlarını dinledik, dinliyoruz. Hadiseyi olumlayıp alkışlayanlar ile eleştirenler arasında müthiş bir kapışma yaşanıyor. Bu topa girip girmemeyi, üstüne yazıp yazmamayı çok düşündüm. Yazarlık serüveninde çocuklara yönelik çalışmalara özel bir yer ayıran, doktora tez konusunu “Çocuk Oyununda dramaturgi” olarak seçen biri, iki satır yazmadan edemezdi.

Tartışmayı doğru zemine oturtmak için, bilimden, etikten ve gerçeklerden yola çıkmamız gerekiyor. Bunlardan uzağa düşersek ne olur? Mucizelere bayılan, gaipten muştu bekleyen, üç günde unutup yeni mucizelerin peşine düşen, düş kırıklığına uğradığında karalar bağlayan, böylelikle dünya çıtalar yükseltip uzaklaşırken arkasından bakakalan ve büyüyle muskayla, mum dikip çaput bağlamakla, yobazın peşinden koşmakla oyalanan memleketlere ne oluyorsa, işte o olur. Zamanlara, emeklere, birikimlere, malzemeye dönüştürülen değerlere, akla algıya mantığa ve bilime yazık olur. Birkaç anımsatma yapalım.

Çocukların algısı güçlü, yorumu zayıftır. Çünkü yorum için fiziksel, düşünsel, bilişsel gelişmeye ihtiyaçları vardır. Büyüklere, sistemlere ve kurumlara düşen, bu süreci sağlıklı yaşamaları için gerekli koşul ve olanakları yaratıp, çocuklara sunmaktır. Bunun için öncelikle, her çocuğun ve gencin, yetişkinlerin ölümünü işaret ettiğini kabul etmek gerekir. Bu yalnızca fiziksel bir ölümü değil, istediğin kadar ceberut ol, dilediğin yasayı yaptırımı dayat, şiddetten ötekileştirmeye aklına geleni uygula, önüne geçilemez değişimi, ilerlemeyi ve seni tarihe gömmeyi anlatır. Bunu anlamayan ve içselleştiremeyen toplumlar, çocuklarına ve gençlerine daima ikiyüzlü davranır. Bir yandan “Dur daha sen çocuksun” diyerek engelleyen ve baskılayan, öte yandan “Kocaman adam oldun” diyerek, yaşanan süreci anlayamama çapsızlığının suçunu, yine çocuğa yükleyen çifte standart nasıl açıklanabilir?

Atakan hadisesini, Mozart gerçeğinden “Sakallı Bebek” hurafelerine uzanan bir yelpazede tartışan ahali, her yaşın kendine özgü koşulları olduğunu, bu doğallığın onlara karşı gösterilecek tavırla çiçeklenebileceğini düşünemiyor. Tarih pek çok “harika çocuk”la karşılaşmış, onları akla, bilime ve etiğe uygun biçimde değerlendiren ulusların onurları olarak yazmıştır. Ben yaşının doğallığından uzakta davranan çocukları da, yaşına yakışmayan saçmalık ve şımarıklıkla davranan yetişkinleri de sevmem, ortada çözülmesi gereken psikolojik bir vaka olduğuna inanırım. Ama “mucize çocuklar” vardır, taşıdıkları cevheri işlemek, onları ruhsal ve bedensel açıdan örselemeyecek biçimde yetiştirmenin yollarını bulmak, bilimin yardımına başvurmak gerekir. Nasıl olacak diye soranlar olacaktır. Bunun yanıtları, bugünün facialarına inat, yakın geçmişte ve yine bu ülkede verilmiştir. “Harika Çocuklar Yasası”ndan Köy Enstitülerine, onca yoksulluğa ve yoksunluğa rağmen yurt dışına gönderilen mucizelerden Hasan Ali Yücel’lere, İsmail Hakkı Tonguç’lara bir yolculuğa çıkınız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerine, yazdıklarına ve eylemlerine bakınız. Çocuğa ve gence nasıl güvenilir ve kişilik kazandırılır, öğreniniz. Her çocuk mucizedir. Sen hele şiddeti, gericiliği, korkaklığı değil; aydınlığı, eğitimi, bilimi, sanatı, etiği ve vicdanı seçen ülke ol. Yakalarına yapışmaktan, yazık etmekten ve kendine benzetmekten vaz geçip, yollarını aç. Gerisini çocuklar ve gençler nasılsa çözer.