Rüşvet, dünyanın en eski günahlarından, suçlarından biri.
Hangi toplumda, hangi ülkede rüşvet yoğun yaşanmışsa; o toplum, o ülke batmış, gitmiştir.
Tıpkı Osmanlı gibi.
Koskoca Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş dönemine ilişkin öylesine çok rüşvet hikayeleri vardır ki...
Ama rüşvet virüsü, Osmanlı'ya taa başlarda Orhan Gazi döneminde girmişti ki, o zamanlar sadrazam olan Kara Halil Paşa, Osmanlı'nın ilk askeri sınıfı olan Yaya sınıfını kurarken, rüşvet alarak bir ilk'i başlatmış, 16. Yüzyıl'da Kanuni'nin veziri ve damadı Hırvat asıllı bir devşirme olan Rüstem Paşa da drevölet memuriyetini hediye adı altında para ile satarak rüşveti imparatorluğa bir gelenekmiş gibi sokmayı başarmıştı.
Ortağı Hürrem Sultan'la bir olup, sarayda kadın nüfuzunu artıran, devlet arazilerini rüşvetle ona buna satarak Osmanlı Ordusu'nun bel kemiğinin kırılmasına neden olan Rüstem Paşa, bir çok cami, hayrat yapmışsa da "Vaz-ı irtişa Mucid-i Bünyan-ı Rüşvet" olarak anılmayı hak etti.
Ve 3. Murat da rüşvet alan ilk padişah olarak anılır ki, ondan sonra zaten imparatorluk hayretmemişti.
3. dünya ülkelerinin bir geleneğidir rüşvet ve bize de hiç yabancı değildir.
Her birini polisiye birer hikaye gibi dinlediğimiz Özal döneminin o "muhteşem" rüşvetleri ve yarattığı toplumsal tahribat, bugün bile belimizin doğrulmamasının başlıca sebebi sayılır.
Rüşvetin günümüz Türkiye'sinden silinip atılması gayretlerine teknolojinin devreye sokularak güçlendirilmesi de başarı sağlamış değil.
Öyle meslekler var ki, adama "Gel de rüşvet alma" dedirtiyor.
Öyle insanlar var ki toplumda, rüşvet almasa bir yerlerdi kaşınıyor.
Rüşveti yok etmek için sarf edilen gayretlerdeki ustalıkların bin mislini karşı taraf üretiyor.Ve ne yazıktır ki, rüşvetle façayı düzenler, bundan hiç gocunmadan yılışık bir biçimde aramızda yaşıyor. Konfor içinde, şaşa ile.
Hangi araştırmacı bilmiyorum ama bir araştırma yapmış; Türkiye'de rüşvetin mali portesinin en az 800 milyar lirayı bulduğunu iddia etmiş. Bütçenin tamamına yakını rüşvet faslından işlem görüyor, ne güzel.
Bir zamanlar tapu, gümrük, trafik, imar gibi alanlarda fink atan rüşvet belası artık daha entellektüel boyutta seyrini sürdürüyor ve hepimizin çok iyi bildiği gerçekler, gözümüzün içine bata bata yaşanıyor.
Rüşvet virüsünün bünyeden atılması zor.
3.dünya ülkesi gerçeğini istemeyerek kabullenip "Alan memnun, veren memnun" diyerek kaderimize razı olalım.
Başka çare yok.

***

Sosyal medyanın iflası

Dünyada hangi değerlerin güvenilirliği ilk sıraları teşkil eder, bellidir:
Yargı
Ordu
Medya
Polis
Tıp
Ve bunu diğerleri izler.
Bizde güvenilirliği sarsılanların başında ne gelir; malum:
Yargı.
Yapılan bir incelemeye göre, yargıyı takip eden de "sosyal medya"
Hani günümüzün çoğunu meşgul ve işgal eden teknoloji.
Çünkü sosyal medya, kullanım alanı geniş bir teknolojidir. Bilen de bilmeyen de, aklı eren de ermeyen de, dürüst olan da olmayan da kullanır onu ve kimse ondan ne para ister ne de ona izin verme gereğini duyar.
Atış serbesttir.
ACtış serbest ya, içinde nişancısı var, nişancı olmayanı var.
İşte o salvd atışlar, gün gelir öyle canlar ve yürekler yakar, öfkeler yaratır ki.
İhbar, iftira, çamur, yanlış bilgi, bencillik,ihanet, öfke, aklınıza bu anlamda ne gelirse orada uygulanır.
Söylenmemiş laflar söylenmiş gibi sunulur, photoshop'larla inanılmazlar yaratılır. Beyinler yıkanır, yuvalar yıkılır, canlara kıyılır, düzeltmesi yapılmaz, çamur atılır, izi hep ama hep kalır.
Bunu denetleyen sistem yok değil ama bu sistem ne yazık ki iş işten geçtikten sonra devreye giriyor.
Süreç uzayınca sistem doğrusu işe yaramıyor.
Geçenlerde böyle bir örnek düştü facebook sayfalarına. İyi Parti Genel Başkanı MBeral Akşener, sözüm ona FETÖ lideri ile poz vermiş. Mükemmel bir montaj ama neden sonra gerçek anlaşıldı ve sunuldu ki, Meral Akşener'in yanındaki FETÖ'nin sözde lideri değil bir partili.
Ama akıllarda kalan, Meral Akşener ve Fetö'nün sözde lideri ile çekildiği iddia edilen uydurma fotoğraf.
Öbürü laf ola beri gele misali kimin umurunda ki...
İşte sosyal medyanın sunduğu melanet budur.
Televizyon ekranında sürçü lisan edenlerin defterden silindiği,gazetedeki köşesinde dolaylı da olsa ima yollu bir eleştiri yapanların hapislerde çürüdüğü günümüzde sosyal medyanın böylesine sahipsiz olması,güvenilirlikten nasiplenmemesinin açık kanıtıdır.

***

Buca Tren İstasyonu

Tarihi tren istasyonlar ının, kendine özgü mimarisi, sıcaklığı, güzelliği vardır.
Tıpkı şimdi atıl durumda olan Buca Tren İstasyonu gibi.
Osmanlı'da ilk demiryolu hattı, 1860 yılında İzmir- Aydın arasına kurulmuştu. Alsancak'tan, o zamanki adıyla Punta'dan kalkan tren, Aydın'a ulaşıyor ve önemli bir ulaşım devriminin simgesi oluyordu o yıllarda.
Bu hatta çalışan trenlerin getirdiği konfor, yine o yıllarda Buca'da yoğun biçimde yaşayan levantenleri iştahlandırmış,yaklaşık 16 arazi kamulaştırılarak, Punta-Aydın demiryolunun geçtiği o zamanki adıyla Paradiso yani Şirinyer'le Buca arasında 2.5 kilometrelik güzergaha hat döşenmişti.
1872 yılında gerçekleşen bu yatırım çerçevesinde hem Paradiso'ya, hem Buca'ya bir birinden şirin istasyon binaları yapıldı.
Taş binalar, 150 yıl ayakta kaldı. Sonra tren seferleri kaldırıldı falan.
Oysa ta o yıllarda Buca, Paradiso ve sonra oluşturulan banliyo hattı çerçevesinde Seydiköy istasyonlarında tren bekleyen levantenlere kurabiye, kek ikram ediliyordu.
Bu istasyon binaları tarihe tanıklığı gözardı edilerek şimdi kaderlerine terkedilmiş durumda.
Hele Buca'daki bina bir fecaat.
Yemyeşil bahçesiyle birlikte ayyaşların, madde bağımlılarının sığındıkları bir mekan haline geldi.
O hüzün veren hali, özellikle yıllar öncesini yaşayanların yüreklerini dağlıyor şimdi.
Neden böyle bir şeye göz yumulur, anlamak mümkün değil. DDY, elbette zengin bir kurum ama böyle bir güzelliği harcamak niye?
Oysa neler yapılmaz buraya. Örneğin, şu veya bu şekilde bir lokomotif vea bir kaç banliyo treni vagonu konur raylar üzerine,istasyon binası onarılır, nostaljik bir kafe oluşturulur.
Buca Tren İstasyonu, tarihimizin en eski banliyo istasyonu. Müze haline getirilebilir.
Veya konsepte uygun bir başka biçimde değerlendirilir.
Değerlendirilir...Değerlendirilir.
Ama asla böyle bırakılmaz.
İsyanımız bundandır...



***

Işık Teoman ve KNK Dergisi

Işık Teoman’la yıllarımız 1980’li yılların ortalarında kesişti. O yıllarda; İzmir Gazeteciler Cemiyeti İnceleme Kurulu Başkanı’yım. Kurul olarak üye başvurularını değerlendirip karara bağlıyoruz.
Sakallı bir genç başvurdu. Yetkimiz ve hakkımız yok ama bir karar icat ettik:
“Işık Teoman, sakalını keserse, üyeliğe kabul edeceğiz. “
Bunu aynen bildirdik.
Çünkü hepimizdeki görüş, sakalsız Işık’ın daha yakışıklı olacağıydı.
O da bu restimizi gördü, sakallarını bir güzel kesti ve aramıza katıldı.
O yıl bu yıldır birlikteliğimiz, dostluğumuz hep sürdü. Milliyet’te bir süre çalıştıktan sonra onu Ahmet Sarışın’ın Basın Danışmanı olarak gördük. Derken Erdal İzgi, Muzaffer Tunçağ, Hakan Tartan. Ve son olarak da Sema Pektaş.
Sema Başkan, Hakan Tartan zamanında yayınına başlayan KNK Dergisi’nin bütün yetkilerini yine onu verdi. Işık, ayrıca Belediye’nin Konak isimli gazetesini de yönetiyor sevgili eşi Ayşe ile.
KNK Dergisi, onun etrafında oluşan bir sevgi halesiyle kalitesini her geçen gün artırarak neredeyse 10 yıldır yayınlanıyor. Hepimiz , elimizdeki en iyi malzemeleri bu derginin sayfalarına taşımak için yarışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki, başında Işık var. Biliyoruz ki, sunacağımız kalite, onun kalitesiyle bağdaşmak zorunda.
Işık, bir doğasever olarak da büyüt gazetecilerin gönlünde ayrı bir yer edinmiştir.
Hep gülen yüzüyle, hep sevecen haliyle bizi hep kucaklamasını diliyoruz.
KNK, onun ve tabii o kaliteye inananların eseridir.



Işık Teoman, sakallı yıllarında Nedim Atilla ile birlikte

***

Şu emeklilerin çektiği

Türkiye'de emekli olmak, boşluğa atılmak, yoksulluğa terkedilmek, gün gelince de sömürülmektir.
Dünyada belki bizim kadar emeklisi bol olan bir ülke yok. Çünkü içimizde 35 yaşında emekliye ayrılmış nice birey var. Bir zamanlar insanlar, 40 yaşına geldiğinde emekli olması için adeta özendirilirdi.
Neyse zaman içinde ortası bulundu, bugün için bir sistem oluşturuldu.
Ama emekliler üz erinde rant sağlamak için pek çok yönden de kollar sıvandı. Emekli Dernekleri, aidat toplayıp kalitesiz kömür satarak, sözde emekliye iyilik ettiler.
Şimdi de böyle bir sektör çıktı ortaya:
Emekliye kredi çıkarılır.
Yani bir takım finans kuruluşlarıyla iş birliği yapılarak emekli ihtiyacı olduğu bir paraya aracılar vasıtasıyla kavuşabilir.
Mümkün mü?
İlana bakılırsa mümkün görülüyor. Ama siz o telefon numarasını çevirin, bilgileri edinin, o zaman işin böyle olmadığını öğrenirsiniz.
Emekli olmayana da olana da hak ettiği krediyi ancak bankalar ve diğer kurumsal finans şirketleri verir.
Bu tip örnekler, emekli üzerinden, daha doğrusu; devletin adteta yoksulluğa ittiği insanların doğal ihtiyaçlarını karşılamak adına onu sömürenlerin meydanı boş bulduğunun resmidir.