Türkiye'de tabelasını koruyan tam 88 siyasi parti var.
Hepsi de resmen faaliyet gösteriyor.
Kongrelerini yapıyor, seçimlere hazırlanıyorlar.
Tamamını saysak sayfalar dolar.
Bir-iki ilginç örnek vereyim:
İlk Parti-1998
Sağduyu Partisi-2002
Ayyıldız Partisi-2003
Müdafa-i Hukuk Hareket Partisi-2006
Yüce Diriliş Partisi-2007
Edebi Nizam Partisi-2007
Demokratik Bölgeler Partisi-2008
Yeni Dünya Partisi-2009
Ezilenlerin Sosyalist Partisi-2010
Alternatif ve Değişim Partisi-2008
Büyük Anadolu Diriliş Hareket Partisi-2012
Hür Dava Partisi-2012
Engelsiz Yaşam Partisi-2013
Turan Hareket Partisi-2014
Çoğulcu Demokrasi Partisi-2014
Evrensel Yol Partisi-2016
Kürdistan Sosyalist Partisi-2016
Osmanlı Partisi-2016
Ötüken Birliği Partisi-2017
Çoğumuzun eminim bunlardan haberi bile yok.
Ama çokseslilik adına kurulmuşlar ve iktidar olma umuduyla ayakta durmaya çalışıyorlar.
Amerika'da 2, Hindistan'da 11, Kolombiya'da 2 siyasi parti var...
Bunlar onlara yetiyor.
Bize yetmiyor olacak ki, her geçen gün bir yenisi kuruluyor.
Bundan nasıl bir çıkar umulabilir ki?
Sadece masraf.
Ve mantığın asla kabul edemeyeceği bir umut.
İktidar umudu.
Bunun şifresini çözmek o kadar zor ki.

***

Nazar Köy'de durum vahim (!)


İzmir'in ilk güzellik uzmanlarından Madam Janin'in Kemalpaşa'daki muhteşem malikanesini görenler bilir. Eskiden buraları, inin cinin top oynadığı yerlerdi. Hemen karşıda mezarlığın arkasında akan çayın kenarındaki çayırda piknik yaptığımız günleri hatırlarım.
Yolum yakınlarda buralara düştü.
Madam Janin'in malikanesinden sonrası bambaşka, ışıl ışıl bir köye dönüşmüş. Nazar Köy'e.
Köyün yollarında sağlı sollu dükkanlarda nazar boncuğundan üretilen aksesuarlar satılıyor ve köy, ekonomisini bunun üzerine kurmuş.
İnanılmaz güzel şeyler var. Bu sayede de nice aile bir geçim yolu bulmuş.
Bu ürünlerin ortaya çıkarıldığı atölyeler de köyde. Odun ateşinde erittikleri camdan nazar boncukları, çiçekler, aksesurlar yapıyorlar.
Bütün günleri ateşin karşısında geçiyor.
Kış mevsiminde iyi de yaz ayları geldiğinde o cehennem sıcağında bu ateşin karşısında gün boyu oturmak nasıl bir şeydir.
Varın tahmin edin.
Ustalarıyla sohbet ediyoruz. Sıcaklığı pek dert edinmiyorlar. Yeni ustaların yetişmediğinden şikayetçiler. Gençler, bu işe hiç sıcak bakmıyor. Zaten atölyelerdeki ustaların en genci de 35 yaş civarında.
Ustalar, endişe içinde yakınıyorlar:
"Nazar Köy'de yüzlerce aile bu işten ekmek yiyor. Yeni ustalar yetişmezse ne yer ne içerler. Çoğumuzun arazisi ve başka geliri yok. Biz bu işi yapabiliyoruz. Gençler, bizden bucak bucak kaçıyor. Çünkü meşakkatli bir iş olduğunu gözlüyorlar. 10 yıl sonra Nazar Köy diye bir yer kalır mı, bilemiyoruz."

***

150 yeni kitap geliyor


Merkezi İstanbul'da bulunan Heyamola Yayınları'nın dört yıl önce İzmir'de hayata geçirdiği "41 Semt 41 Yazar" projesi büyük ilgi gördü.
Aynı yayınevi, bu defa; işi daha da büyüterek 150 yazarı Türkan Saylan Kültürevi'nde bir araya getirdi.
Bu defaki projenin adı: "İzmir'in Kitapları."
Herkes, kente dair bir semti, bir simgeyi, ya da bir olayı yazacak.
Bu projede dört gazeteci görev aldık: Gönül Soyoğul, Alaattin Gürırmak,Nalan Kolağası ve bendeniz. Gönül Soyoğul Buca'yı, ben de Buca demiryolu hattını anlatacağım.
Kitaplar 200-220 sayfa civarında olacak ve "Yaşanmış olaylar, anılar" kitapların omurgasını oluşturacak.
Gençliğimde Buca ile Alsancak arasında günde 20 civarında tren seferi vardı. Şimdi yok. Buharlı tren yıllarına ait anılarım o kadar çok ki, acaba 200 sayfaya sığar mı diye düşünüyorum.
Kitapları Ekim ayına kadar bitireceğiz. Hemen basılıp piyasaya çıkacak.
Kent belleğinin öneamli bir hazinesi olarak görüyorum bu çalışmayı.
Dile kolay: 150 yazar, İzmir'i didik didik edecek.

***
Salon balon ayakta


Doluluk oranlarından söz ediyorum:
Büyük kentlerde devlet ve üniversite hastanelerinde yüzde 98.
Devlete ait huzurevlerinde yüzde 100.
Okullarda sınıflar yüzde 20 fazla ile eğitimde.
Cezaevlerinde bir ranzada iki kişi yatıyor.
Mezarlıklar ful.
Durmadan yenileri yapılsa da yetmiyor.
İnsanlar, bir şeye en ihtiyaç duydukları mekanlarda işkence çekiyor.
Öyle yerlere mezarlıklar kuruluyor ki, ziyaret etmek neredeyse imkansız.
Cezaevlerinde huzur diye bir şey yok. İnsanlar, neredeyse esaretten çok kalabalığın sunduğu işkenceyi ceza kabul ediyor.
Hastanelerdeki doluluk oranı, hizmete de yansıyor. Eğitimde keza.
Ve huzurevleri, yeni insan kabul edemez hale geldi.
Bunlara şimdi de ne eklendi biliyor musunuz?
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastaneleri.
Biri Bakırköy'de, diğeri Manisa'da.
Ne zamandır "yatılı" hasta alamıyorlar. Buralarda yatması gereken hastalar da aramızda dolaşıyor.
Herbiri bir tehlike, her biri bir potansiyel saldırgan.
Özellikle ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde sunulan hizmetin özealliği, bu amaçla hizmet veren sağlık kurumlarının sayısının artırılmasında engel oluşturuyor.
Kısacası durum bu.
Kabullenmek zorundayız.