Devrimci” dediğin zaman, ceket cebinde Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinden herhangi biri olur,  parkası yeşil, kukuletası arkaya düşmüş, bıyıkları falanca tipte, ayakkabıları bot olurdu…

Abileri incelerdik, “haksızlığa karşı duruşları” öne çıkardı.

Söylemleri de oydu… Karşı çıkış…

Zaten, uçurmanın da havada durmasının sebebi değil miydi?

Yurdun ve halkın için, daha güzel bir hayatı yaratabilmek adına, haksızlığa karşı duruş…

Aha devrimi bunlar yapacaklardı… Karşı çıkışın sahipleriydiler…

O defter birden kapandı…

“Rakı biter saki kalır, her renk solar haki kalır.”

….

Kapandık güya, herkes dışarıda… Cuma günü… Attım kendimi sokağa…

Cebimde pasaportum var. BİM  torbası…Bizim pasaport o…

BİM torbasını alan, sokağa çıkıyor, bir güzel geziyor, yürüyüşünü, sporunu yapıyor…

Koydum BİM torbasını cebe, doğru bakkala…

İki paket sigara istedim… Tartışmalar geldi aklıma sordum; “Alkol satıyor musunuz? Nedir durum?”

“Polis değilsen satıyoruz abi” dedi… Tanıyor ya beni kerata, dalgasını koydu bir kenara…

“Yok gerçekten soruyorum satacak mısınız?”

“Ben satacağım… Bize mi  yetiyor güçleri... İki tane ekmek bir sigara satarak ayakta kalır mı burası?”

Saydırdı peşinden… Kararlıydı, etkin fikir keskinliği vardı. Eylem kararlılığındaydı…

“Kanunda böyle bir madde yok… Vergisini baştan aldığın malı sattırmama yok… Karışma yok.”

Vay… Tavrı görmeliydiniz… Bir cebinde Cumhuriyet eksik…

“Benim sayın Cumhurbaşkanı’na bunu sormaya cesaretim yok” diyenin üyesi…

Şaşırtan ise. Bizim bakkal, uzun süre A Haber izleyip, partisine toz kondurmayanlardandı…

Demek bıçak kemiğe dayandı, iş ekmek parasına döndüğü zaman göz gözü görmüyordu…

…..

Bir yakınım öldü. Miras işlerinin peşinde koşmayı bana görev yazdılar…

Öğrendim ki, koca İzmir’de veraset intikal vergisi ödeyip, temiz kağıdı alabileceğiniz sadece 1 vergi dairesi var, Üçkuyular’da, 9 Eylül Vergi Dairesi…

Önce sabahın kör saatinde gidiyorsunuz, sıra numarası alıyorsunuz, evrakları teslim ediyorsunuz.

Daha sonra size “1 hafta sonra gel diyorlar”, 1 hafta sonra yine gidiyorsunuz, yine sıra numarası alıyorsunuz, yine sıraya girip, paşa paşa bekliyorsunuz.

Vergi dairesinin önü “lebaleb”e yakın… Sıradaki teyzelerin, ağabeylerin hikayelerini dinliyoruz tabi.

Bir yandan aklımdan, internet ağının donumuzun rengine kadar bildiği bu çağda, bunun ilkellik olduğunu geçiriyorum.

Üç beş kuruşluk  elimiz kalem tutuyor, bir de bu korona günlerinde vatandaşın çektiği çileyi görünce,

Bbir iki kare fotoğrafla anlatırım dedim… Eylem yok, bağıran çağıran yok… Kuzu kuzu bekliyor halkım…

Fotoğrafı çeker çekmez, güvenlik görevlisi genç kadın üzerime atladı…

Fotoğrafa da bakın ha, sanki eylem çekiyorum, kafa göz yaranları çekiyorum…

Sıradan, editörün belki de kullanmayacağı, tek başına bir şey ifade etmeyen bir fotoğraf…

Abla demediğini bırakmadı… Az ellemesen dövecek beni…

Vay nasıl fotoğraf çekermişim ben… ”Ver kardeşim telefonunu… Ver dedim, sileceksin onu.”

Tabi yanlış topa girdi… Yok öyle üç kuruşa beş köfte, gerekeni yaptım…

Üstüne , basın tanıtım kartını görünce aldı voltasını…

Son kelimesi “Hadsiz” oldu…

Ben, “hadsiz bir vatandaş” olarak “devlete para ödeme” sırasında beklemeye devam ettim.

Güvenlikçi abla, hızını alamadı, bahçe kapısından içeri girdi.

Bir teyze, yaşlı kartını göstererek diğer güvenlikçiden bahçedeki banklarda oturma izni almıştı.

Başroldeki ablamız, doğruca ona yöneldi… "Çık dışarı” diye bağırdı. Kadın direndi…

Halk direncinin ateşleyicisi gibiydi… "Çıkmıyorum babanın yerimi burası? Devletin bahçesi" dedi…

Yaşlı kadının elinde sigara vardı, bir fırtlık…

Paldır küldür ona girişti, eline vurdu… Sigarayı almak için fiziki müdahale…

Kalabalık homurdandı… Ama sadece homurdandı…

Diğer güvenlikçi delikanlı geldi müdahale etti… Teyzeyi  güvenlikçi arkadaşından korudu…

Ama ben bir hamle olay yerinden fotoğraflamıştım durumu…

Bu kalabalığı yani… Heyt be, son  olay yeri fotoğrafçısıymışım farkında değilim.

Döndüğümde televizyonda, elindeki kaskı motor süren çocuğun kafasına yapıştıran polisi gördüm.

Bir başka haberde 1 Mayıs’çıların kafalarına basılan fotoğraflar…

Sonra al sana genelge “polisin özel hayatı var, çekmek yasak”…

Vay be. Bu yörenin, son fotoğraf bükücüsüyüm artık…

Bundan sonra  güvenlikçiyle anca hatıra fotoğrafı çektiririz…

***

Değerli okurlar…

Ne kadar mizahi bakmaya çalışsam da maalesef içimiz kan ağlıyor…

Böyle şey olur mu?

Sanki ülkede anayasa rafta, kanun ile yönetilmiyor, yönetmelikle yönetilmiyor.

Atanmış herhangi bir bakanın, tüm hukuk normlarını kenara koyarak bir genelge yazması yetiyor…

Üstelik bu iki genelge de yasa çerçevesinin dışında ve mantığı yok…

Gözlerimiz içki satışı yasağında da, şu olay yeri fotoğrafçılığı konusunda da  STK’lara dönüyor.

Tek ümit orası, ama “Baro”muzdan neden ses yok?

Misal Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden neden çok daha  güçlü bir ses yada eylem çıkmaz?

Gazeteciler sendikası nasıl sessiz durur? Muhalefet partileri nasıl üst  mahkemelere gitmez?

En azından bir sonraki adımın önünde neden kimse durmaz?

Ve  hatta, dayanağı olmayan içki satışı yasağı kararında, galiba nezaketen İl Hıfzısıhha Kurulu’na yazılmış olan, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı’nın “kabul” imzasının olması ne anlama gelmektedir ki?

Bunlar duracak hafızamızın bir yerlerinde.

Bir gün olur; “Rakı biter saki kalır, her renk solar haki kalır.”

Göstermek de suç…

Vallahi içim daralıyor bu “Kırmızı oda”dan…

Aynı ekip “Camdaki kız”ı da çekiyor…

Gülseren Buğdaycıoğlu  hocanın gerçek hayattan aldığı hikayeler bunlar…

Konuyu anlayıp, ayrıntıdan kaçıyorum, çünkü bunalıyorum…

Camdan Kalp”te de durum anlaşıldı ilk bölümden…

Gerçekten bu insanlar bu ülkede yaşıyor, yaşadılar maalesef…

Kıza yapmadığını bırakmıyor anneannesi…

Namus davasına, eşek kadar kızı, adeta bekaret kemeri ile sarmalayıp, her dakikasını telefonla takip falan… Ben bunaldım içim bunaldı…

Sonra bir baktım aaaa… RTÜK  yayıncıya ceza kesiyor…

Neden?

Bazı sahnelerin “Manevi değerler ve genel ahlaka uygun olmadığından…”

“Toplumsal, cinsiyet eşitliğine ters düşen ve kadını istismar eden…” falan…

Hadi okuduğunuzu anlamıyorsunuz, anladık…

İnsan izlediğini de orasından mı anlar be birader?

Film; topluma ayna tutuyor. Yapılanın nasıl rezil bir şey olduğunu gösteriyor…

Filmin tamamı, tam da aldığınız kararı yaratan durumları eleştiriyor…

Zaten o gözle bakıp eleştiriyor…

Doğruyu göstereni dokuz köyden kovarlar mı?

Kovarlar kardeşim… Kovarlar…

'Sek yol devrim'

-“Rusya votkasıyla, Fransa  şarabıyla, Almanya birasıyla faşizmi yıktı…

Amerika hepsini karıştırıp dünya devi oldu…

Biz güzelim rakımızla bir gıdım ilerleyemedik  baba…

Nerede hata yapıyoruz?”

-“Sulandırıyorsunuz, sulandırmayın”

-“Ne yapak?”

-“Sek için…”

-“SEK YOL DEVRİM…”

Mucize nedir?

Bilgi Durağı’nda rastladım…

“Geminin mutfağında ölmeyi bekleyen istakozlar için, Titanik’in batması bir mucizeydi…”

Çok da ümitsiz olmamak lazım yani…

DELİ ZİYA

“Benim ‘Rakı’ma , ‘Alkol’ diyen, alkoliktir. ‘Rakı’nın adı ‘Rakı’dır…”