70’li yılların ortaları, İstanbul…

Mehmet Hoca, ilkokul öğretmeniydi…

Dar gelirli mahallede sevilen, saygı duyulan, değerleri olan bir adamdı.

İletişimin bu denli gelişmediği yıllarda, varını yoğunu kitaplara harcıyor, İstanbul sahaflar çarşısından çıkmıyor, iki erkek, iki kız evladını kitaba boğuyordu.

Çocuklarına hayatı öğrenmeleri adına da, her boş saatlerinde ticaret yaptırıyordu…

Pazara çıkmak, sakız satmak, pazarda çanta taşımak, su satmak… Böyle hayatı öğreniyordu çocuklar.

Bu işleri uzak mahallelerde yapıyorlardı…

Hem hocanın çocuğu olmak hem çapına göre kitap kültürüyle dolmak hem de orada burada 2.5 liralık işler yaptıklarını, mahallelilerin görmemesini istiyorlardı…

Her iş serbest, ama ayakkabı boyacığı yapmak yasaktı…

Hocaya göre, evlatları, hiç kimsenin önünde eğilmemeliydi…

Büyük oğlan Serhat, Cumartesi-Pazar, semt pazarlarında limon satıyordu.

Önüne  sığındığı tezgahın sahibi, Serhat’a günde kaç para kazındığını sordu.

Kazandığı paranın iki katını önerdi ve kendisine yardım etmesini istedi.

Serhat çok sevindi, hemen önlüğü taktı satış yapmaya başladı.

İki hafta sonra, patron, akşam önlükten çıkan paraları saydı.

Beklediğinin altında para çıkmıştı. Serhat’ı hırsızlıkla suçladı. Karakola  şikayet etti.

17 Yaşındaki Serhat, o yılların koşullarında, karakolun rutubetli, pis nezaret hanesindeydi.

Bulunduğu durumu, Nazım’ın, Deniz Gezmiş’in, Ahmet Arif’in kodes hikayeleriyle özdeşleştiriyor, dua eder gibi, Sabahattin Ali’nin şiirinden bestelenen “Aldırma gönül” türküsünü mırıldanıyordu.

Okuduğu kitaplar ve hayatında yarattığı kodes öyle bir şey olmalıydı…

Oysa semt karakolunun nezaretinde, hırsızlar, keşler ve transseksüel hayat insanlarıyla beraberdi…

Sabaha kadar dayak yedi. Üstelik falakalı…

Ayaklar coptan patladıkça, kanama başlıyor, biraz dinlenen sorgucu, gazete kağıdına tuz koyuyor, Serhat’ın ayaklarını  tuza bastırıyordu… İnanılmaz bir acıydı…

Belli bir zamandan sonra her cop vuruşunda, gaz kaçırıyor, çişini donuna bırakıyordu…

Ne olursa olsun, hırsızlık yapmamıştı… İnatla ve karşı çıkışla bağırıyordu…

“Çalmadım”… ”Öldürün beni... Çalmadım…” dedi ve bayıldı sonunda…

Sabah çişli, nezaret hane zemininde uyandı… Babası geldiğinde yürüyecek durumu kalmamıştı.

Hala, okuduğu kodes hikayelerindeki kahramanları düşlüyor, dimdik duruşuyla gurur duyuyordu.

Gözleri ağlamaktan pörtlemiş, ayaklar kan içindeydi…

Babası kucağına aldı Serhat’ı, yaklaşık 100-150 metre taşıdı. Yoruldu, kaldırıma oturdular…

Baba şöyle dedi: ”Babanım ben senin. Yaptın mı gerçekten?”

Serhat babasının gözlerinin içine baktı, iki damla yaş süzüldü gözlerinden…

“Falaka bu kadar acıtmamıştı…” dedi babasına…Biraz sessizlikten sonra ”Hocam…” diye ekledi.

Bedenini taşıyacak gücü olmayan ayaklarının üzerinde dikildi…

Biraz yürüdü geriye baktı, babasını son görüşü oldu…

Cenazesine kadar bir daha babasını görmedi

***

2021 yılının hemen başı Ankara…

Kürşat Ayvatoğlu, AK Partili Hamza Dağ yalanlasa da danışmanı olduğu söyleniyor…

Kendisi kokain çekerken, görüntüleniyor…

Mesele insanın kendisine ne yaptığı değil. Bana ne, bize ne?

İlk kokainmanımız değil, son da olmayacak… İçicinin cezası hukuki olarak 6 ayı geçmez…

Mesele, perde arkasından çıkan inanılmaz yükseliş öyküsü…

Liseyi terk edip, babasının teşviki ile para kazanmak için hayata yollanan bir başka adam…

Kastamonu’da, pazarlarda 5 TL'ye fotoğraf çekerken, bir anda Kastamonu Belediyesi…

Sonrasında inanılmaz yükseliş ve beraberinde akan para, lüks hayat…

Hikayesi her yerde var bulabilirsiniz…

Satır arasına ışık tutalım…

İddialardan birine göre, örneğin bir takvim alımında 100 bin sipariş ediliyor, belediyeye 5 bin teslim ediliyor… Takvim bu, dağıttım gitti işte…

Hangi müfettiş yakalayabilir ki? İşte hırsızlığın yolu, yordamı bu...

Bin ton asfalt döktüm gitti… Su dağıttım gitti…

Kim teslim aldı, ne  kadar aldı? Teslim alanın vicdanına emanet…

Yani şöyle diyeyim ki; yakalanıncaya kadar hiçbir suç suç değildir. Hırsızlık kolay, marifet yakalanmamak…

….

1980, bu ülkenin erozyon tarihi, kimlik değişim  eşiği oldu.

Hele hele “Benim memurum işini bilir” sloganı, bizim kuşağın hala kulağında çınlar…

Bir yanda onuruna dokunan baba sözü için evini barkını terk eden çocuklar, bir yanda, hayat ideali; kirlisine, temizine bakmadan “para” hedefli onursuzlar…

Hadi “Ayvatoğlu” yakalandı,  kirli hikayesi ortaya saçıldı…

Ya yakalanmayan, onursuzlar?

Ya hala aramızda ve bir ömür yakalanmayıp, ipi sapı  memur maaşıyla villalarda yaşayabilenler?

Kanımızı emip, yüzümüze gülenler?

Kokain, eroin kullanmadıkları için asla yakalanamayacak olanlar?

Gizli “Ayvat”lar... Açık gavatlar…

Dora vakası

Klinik psikolojinin tarihinde meşhur bir vaka var…

Dora vakası…

Bu Dora, babasının yasak aşkı olan kadın ile yakınlık kuruyor…

Kadın kronik öksürük halinde…

Baba, yasak aşkı olan kadın ile kızının sıcak dostluğunu destekliyor.

Amacı, kadından sürekli haber almak…

Dora, konuya uyanıyor…

Babasının bu kadına büyük bir tutku ile aşık olduğunu anlıyor…

Ve süreç içerisinde Dora’da kronik öksürük başlıyor…

Tüm tedavilere rağmen, Dora düzelmiyor…

Konuya Freud baba el koyuyor…

Sonuçta, Dora’nın babaya olan hayranlığı ve bağlığı bilinç altı semptomu olarak, öksürüğü kopyaladığı ortaya çıkıyor…

Yani Dora’nın bilinç altı, babasının hayran olduğu kadının hastalığını kopyalıyor…

Ne bileyim…

Şu Ayvatoğlu hikayesi ile haşır neşir olurken düştü zihnime…

Allah Allah… Neden ki?

Tatlı Mustafa…

Bu kentte tanıdığımız en güzel isimlerden biriydi Tatlı Mustafa…

Yeşilova Spor Kulübü”nün her şeyi idi.

Yaşadığı hikayeler, futbol camiasının kamp fıkralarına dönüşmüştü.

Bir yandan da onlarca futbolcu servis etmişti Türk futboluna…

Konak Belediye Başkanı Abdül Batur ve meclis üyeleri bir vefa örneği gösterdiler.

“Tatlı Mustafa”nın adını, Mersinli’de yaşadığı sokağa verdiler.

Minik mütevazi bir törenle, o sokak artık “Tatlı Mustafa” sokağı oldu…

Yarım elma gönül alma…

Belediye başkanları insanlara dokunacak, semtin tarihine dokunacak…

Tebrik ederim… Abdül Başkan…

Dünya Tiyatrolar Günü

Tiyatro dünyasının Dünya Tiyatrolar Günü 27 Mart’ta idi.

Can-ı gönülden kutlamak isterdim…

Bu pandemi sürecinde onlar da zor durumda.

Küçüklü büyüklü yüzlerce tiyatrocu ve yan kollarda çalışanları sanatı terk etmek zorunda kaldılar.

Bu süreçte göze çarpan, sadece İzmir büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer

Elinden geldiğince tiyatrocuların yanında duruyor, kaynak aktarmaya çalışıyor…

Kentte “Tiyatro” diyen tek kişi Soyer…

Teşekkür etmek gerekiyor…

Tabi ki devamını da dört gözle bekleyerek…

Dünya Tiyatrolar Günü her şeye rağmen kutlu olsun…

DELİ ZİYA

“Akrabalık cinsel yolla bulaşan en kötü hastalık.”