Bazen yazarlar ve yapıtları yayıncısına yaslanır, bazen yayıncılar, yazarlar ve yapıtlarına. Arjantinli ünlü yazar Juan José Saer, Jaguar Kitap'ın edebiyatımıza kazandırdığı Latin Amerikalı yazarlardan... Türkçeye çevrilmiş üç romanıyla Saer, her kitabında insanı hemen saran serüven duygusunu başarıyla aktarmasıyla, yalnızlık, umutsuzluk, yaşam ve ölüme dair derinlikli analizleriyle okuruna farklı bir okuma iklimi sunuyor

Bir yayınevininin başarısı, yapıt sayısı ve satışlarıyla değil, o ülkenin diline kazandırdığı yazarların ve yapıtların niteliğiyle ölçülmeli. Son 12 yılın en popüler butik yayıncılarından Jaguar, Javier Cercas / Salamina Askerleri, Kjersti Skomsvold / Hızlandıkça Azalıyorum, Carlos Maria Dominguez / Kağıt Ev ve Yu Hua / Yaşamak adlı romanlarıyla sektörde kendisine saygın bir yer edindi. Birbirinden ilginç ve önemli isimleri edebiyat ortamımıza taşıyan yayınevi, listesine Yara İzleri (2020), Kimsesiz (2022) ve Olvido markasıyla Bulutlar (2023) adlı romanlarıyla Arjantinli Juan José Saer'i de ekledi. Yazarın 'ışığın ve gölgelerin romanı' olarak nitelendirilen El Limonero Real adlı romanı ise bahar aylarının sonuna doğru yayımlanmış olacak.

Bir filmi daima uyarlandığı romanı okuduktan sonra izlenmesi gerektiğini hatırlattıktan sonra El Limonero Real'in, 2016 yılında Gustavo Fontán tarafından sinemaya uyarlandığını bilgisini aktaralım ve eskilerin tabiriyle 'nevi şahsına münhasır' yazarımıza yoğunlaşalım...

 Manset Fotosu

BUENOS AIRES'TE BİR SURİYELİ

Juan José Saer, 1937 yılında Arjantin'in Santa Fe eyaletine bağlı Serodino kasabasında Suriyeli göçmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Hukuk ve felsefe eğitimi gördüğü Ulusal Litoral Üniversitesi'nde 'Sinematografi Tarihi' dersleri verdi. Üniversite öğretmenliği onu 1968 yılında Paris'e sürükledi. Yıllar sonra Juan Jose Saer, bu göç hikayesini şu sözlerle anlatacaktı: “Bir arkadaşım 'Fransa burs veriyor, mülakata gidiyorum, sen de gel' dedi. Neden bilmiyorum ama bir anda arkadaşımın mülakat vereceği salonda buldum kendimi. Salonun kapısında arkadaşımı beklerken bir görevli, 'Hadi buraya kadar gelmişken sen de gir görüşmeye' diye davet etti. Fransa maceram ardı ardına gerçekleşen tesadüflerle başladı...”

Ailenin 'göç' geleneğini sürdüren Saer, Paris Rennes Üniversitesi'nde öğretim üyeliği görevini sürdürürken birbiri ardına yapıtlarını yayımladı.
Kimi yazarın "Arjantin edebiyatının dev ismi Borges geleneğinin mirasçısı" olarak değerlendirdiği Saer, Peru'nun 2010 yılında Nobel ödülü kazanan yazarı Mario Vargas Llosa'nın çağdaşıydı. Ne var ki Llosa'nın en büyük edebiyat ödülünükazanmasından beş yıl önce hayata veda eden, 68 yıllık yaşamına 14 roman, beş öykü derlemesi, dört edebi deneme ve bir şiir kitabı sığdıran Saer, ne Borges ne de Llosa'nın şöhretine erişti.

Sadık okurlarına ve onun yaşamına özel ilgi gösteren kimi edebiyat araştırmacılara göre bunun sebebi Saer'in doğup büyüdüğü topraklardan çok uzakta, bir göçmenin kırılgan haleti ruhiyesine sıkı sıkı sarılarak daima bir münzevi ömür sürmesi ve göz önünde olmayı ısrarla reddetmesiydi. Her iyi yazar şöhretle taçlanır mı, sanmıyorum. Hatta pek tanınmamış iyi yazarlar bende her zaman daha büyük bir sempati uyandırmıştır.

Şimdi yayımlanmış üç romanından kısa notlar aktaralım ve bu harika yazarı biraz daha yakından tanıyalım:

Yara İzleri (1968)

Yazarın Fransa'ya gittiği yıl yayımlanan romanda olaylar başkent Buenos Aires'in ünlü ve janjanlı meydanı Plaza de Mayo ekseninde geçiyor. Yazarın gençliğinden yara izleri taşıyan hatıralarla inşa edilmiş öyküsündeki kahramanlar ve yaşadıkları, kendisinin vaktiyle bir üniversite öğrencisi ve genç yazar olarak yaşadıklarının kısmen ya da tamamen bir yansıması büyük ihtimalle. Anlatımı ve olay örgüsüyle klasik bir roman kabul edilebilecek Yara İzleri'ndekahramanların yazgısı, karısını öldürdükten sonra intihar eden bir baba ile kesişiyor. Her biri olayları kendi perspektifinden gördüğü şekliyle değerlendiriyor. Yaşam, ölüm, dostluk ve aşk gibi kavramlar üzerinde ilerleyen roman, kahramanlarıyla Roberto Bolano'nun Vahşi Hafiyeler'ini hatırlatıyor.

Otuz, kırk, elli yıl daha yaşayabilirdim. Hiçbir şey fark etmezdi. karanlığı açıklığa kavuşturmaya adarsın kendini, sonra sırrına erilmez olduğunu anlarsın oranın; işte o noktaya ulaşmıştım.”

Bulutlar (1997)

Arjantin pampalarında bir grup akıl hastasıyla çıkılan yolculuğun zorlukları, kafilenin başkanlığını yapan genç hekimin ruhunda derin izler yaratacaktır. Genç hekim ağır görevinin üstesinden gelmeye çalışırken insan ve doğa ilişkisine dair tüm ezberlerini yıkmak zorunda kalacaktır. Yalın ama etkili anlatımıyla dikkat çeken romanıyla Saer okurlarını bir kez daha hayat - ölüm, kasvet - esenlik, direniş - teslimiyet, akıl - akıl dışı gibi zıtlıklar üzerine düşünmeye davet ediyor. Gerilimi, kasveti ve yarattığı sonsuz ıssızlık duygusuyla rahatsız edici bir roman Bulutlar!

“Kendi kendime alışageldiğim evrenden sürülüp bu ölçüsüz sessizliğin içine dalmışken korkunun önüne geçmenin tek yolu benim yok olmam dedim, yeterince yoğunlaşabilirsem, varlığım benim için gittikçe bir karabasana dönüşen bu dünyanın yolculuğunu da beraberinde götürüp silinebilirdi: Ama isyankâr bilincim ayak diriyor, kulağıma şunu fısıldıyordu: Bu garip yer insana aklını kaçırtmıyorsa, ya o insan değildir ya da zaten delidir, değil mi ki akıldır deliliğe yol açan.”

Kimsesiz (1983)

Nadide bir mücevher gibi kendine has ışıltısını taşıyan, okudukça yaşama dair hep başka bir ayrıntıya erişeceğiniz incelikli bir roman Kimsesiz. Kısa ama bir hayli yoğun. Özellikle vahşi ritüeller, kanibalizm ve ilkel orji alemlerinin tasvir edildiği bölümleri gerçekten müthiş bir hayal gücü ve katıksız yetenek eseri.

“...Hayat, yıllar geçtikçe derinleşen bir yalnızlık kuyusudur.”

Hasılı konumuzun başına dönersek, iyi yazarlar, tercihleriyle yarattıkları loşluklarında bulurlar kendilerini. Bohemler metropolü Paris'in ünlülerin mezarlığı Père Lachaise'de ruhunu dinlendiren Juan José Saer de bunlardan biridir. Böylesi yazarları keşfetmek için gözler bazen uzaklıkları taramalı.

 Anna Kareninanın Gerçek Öyküsü

Anna Karenina’nın

özel tarihine giriş

Tolstoy'un en tanınan ve belki de en çok okunan romanı Anna Karenina, yayımlandığı günden bu yana sayısız incelemeye konu olmuştur. Ancak Pavul Pavinski’nin yaptığı 'hayatının romanlarından biri' için bir kılavuz ve güzelleme kaleme almak. “Anna Karenina gerçek hayattan mı esinlendi?”, “Vronski’nin prototipi Tolstoy’un kendisi miydi?” gibi sorularla çalışmasını şekillendiren Tolstoy araştırmacısı ve Anna Karenina hayranı Pavel Basinski, yazarın deneyimlerini, dönem yasalarını ve yazarın çevresinin mektuplarını, günümüz yorumlarıyla bir araya getirerek Tolstoy’a şükranını bildiriyor.

Anna Karenina'nın Gerçek Öyküsü / Pavel Basinski / Alfa Yayıncılık

Büyülü Tohumlar

Naipaul’un yaşamının

gölgesinde devam romanı

Nobel ödüllü yazarın Yarım Hayat adlı romanının devamı olarak da okunabilecek Büyülü Tohumlar, Naipaul’un kendi yaşamından izlerle şekillenen olaylar, düşünceler ve esprilerle ilerliyor. Romanın uzun yıllar Afrika'da yaşayan kahramanı Hintli kahramanı Willie Chandran'ın farklı coğrafyalara savruluşu sürerken, onunla birlikte kah Hindistan’ın cangıllarını mesken edinmiş gerillaların arasına, hapishanelere kah Londra’nın lüks semtlerine gidiyoruz. Farklı coğrafyalarda ilerleyen, serüven dozu yüksek bir roman Büyülü Tohumlar. Etkili ve içtenlikli diliyle bir bireyin kendini arayışının hikâyesi.

Büyülü Tohumlar / W. S. Naipaul / Alfa yayıncılık

Ask Olsun O Kayıklara

Payitahttan günümüze

Boğaziçi medeniyeti

Yemek ve mutfak kültürü araştırmacısı Profesör Artun Ünsal, bu defa çok aşina olduğumuz uzmanlığının dışına çıkıyor ve kayığını atladığı gibi geçmişin güzel anlarının izlerini sürüyor. Payitaht şehri İstanbul'un şaşalı dönemlerindeki yaşantısını ‘kayık devri’ olarak nitelendiren Ünsal, bir yanda Kağıthane deresiyle buluşan Haliç’te, öte yanda şehri bölen, saran ve kucaklayan Boğaz’da salınarak ilerleyen kayıkların günlük hayata etkilerini inceliyor ve “Boğaziçi medeniyeti” diye anılan döneme dair değerli bilgiler aktarıyor. Yazar çalışmasını "Geçmişle olan bağlarımızı tazelemek ve Boğaz’ın geleceğine bakışımızı da güçlendirmek amacına yönelik çabamı kabul buyurunuz” sözleriyle takdim ediyor.

Aşk Olsun O Kayıklara / Artun Ünsal / Everest Yayınları

Utz

Prag'ın kendine rağmen

porselen koleksiyoncusu

Bruce Chatwin, en az roman kahramanları kadar ilginç bir karakterdi. Yaşamı, kaptığı HİV virüsüyle sonlanan yazar, Londra sosyetesi çevrelerinde tanınmış bir simaydı. Başarılı bir gezi yazarı da olan Chatwin, Salman Rüşdi'nin yakın dostuydu. Bu romanının konusuna gelince... Praglı koleksiyoner Kaspar Utz'un nadide porselen koleksiyonu yıldan yıla büyümektedir. Ancak devlet, Stalin döneminde bu koleksiyona müzeye devretmek üzere el koymak ister. Büyük çabalar sonucu ölene kadar koleksiyonuna dokunulmazlık hakkı elde eden Utz, hep aynı ikilemi yaşayacaktır. Ya Prag'daki mutsuz hayatı ölene kadar sürecek ya da koleksiyonunu gözden çıkararak ederek Batıya iltica edebilecektir.

Utz / Bruce Chatwin / Can Yayınları

Kalabriyada

Hiçbir hayat

dokunulmaz değildir

Dünya Fantazi Ödülleri’nde Hayat Boyu Başarı Ödülü sahibi alan Beagle’ın en ünlü eseri, 1987 yılında popüler bilimkurgu dergisi Locus okurlarının "Tüm Zamanların En İyi Fantastik Romanı" olarak oyladığı Son Unicorn'dur. Yazarın "zarif bir modern çağ masalı" olarak nitelendirilen romanının konusu ise şöyle: Claudio Bianchi, Güney İtalya’nın eşsiz güzellikteki Kalabriya bölgesinde bir yamaçta inziva hayatı yaşıyordu. Çiftçilik yaparak ve şiir yazarak günlerini geçiren Bianchi'nin hayatı, bir sabah kapısına gelen ziyaretçiden sonra sonsuza kadar değişti. Artık münzevi şair tek bir amacı vardı: Israrcı ve saygısız medyanın ilgisinden kurtulmak, çevredekilerin tacizkâr tavırlarını savuşturmak!

Kalabriya'da / Peter S. Beagle / İthaki Yayınları

Ölüm Tüneli

Ölüm Tüneli’nde

gizem ve düş iç içe

ABD'li teorisyen, deneme, roman yazarı ve ünlü insan hakları savunucusu Sontag'ın 60'lı yıllarda ilk kitabı The Benefactor'dan sonra yayımladığı, düşle gerçeğin iç içe geçtiği, düşünsellik dozu yüksek romanının konusu şöyle: Yakışıklı, iyi eğitimli Dalton Harron, başarısız intihar teşebbüsünden bir süre sonra iş gezisine çıkar. Bindiği tren bir tünelde bozulur. Dalton neler olduğunu görmek için trenden indiği sırada bir demiryolu işçisiyle tartışırken bir anlık refleksle kendisini uyaran işçiyi öldürür. Yerine döndüğünde, işlediği suçu itiraf etme ihtiyacıyla olan biteni trendeki genç ve kör bir kıza anlatmak ister. Fakat kız ona kompartımandan hiç ayrılmadığında ısrar eder.

Ölüm Tüneli / Susan Sontag / Can Yayınları

Mutlu Vadi

Modern bir bireyin

hüzün dolu öyküsü

Nazizm'in yükseliş yıllarında yaşadığı Berlin'de cinsel tercihi nedeniyle baskı gören yazar, Avrupa'yı terk edip kendi otomobiliyle Türkiye üzerinden İran ve Afganistan gibi ülkelere gitmiş, bir süre Orta Doğu'da yaşadıktan sonra ABD'ye geçmişti. 1942'de vatanı İsviçre'de geçirdiği trafik kazasıyla hayata veda eden yazar, otobiyografik ögeler içeren bu romanında kendi hayatının açmazlarında dolanıyor. Yazarı gibi gezgin bir hayat süren kahramanı, İran'da bir Türk kızına âşık olunca hayatını çevreleyen çelişkili duygular, bütün ağırlığıyla kendisini hissettirmeye başlar... Zamanla kült roman mertebesine erişen Mutlu Vadi, günden güne kendine yabancılaşan, modern bir bireyin hazin hikâyesi olarak okunabilir.

Mutlu Vadi / Annemaria Schwarzenbach / Everest Yayınları

Bay Pondun Paradoksları

Chesterton’dan

bir polisiye klasiği

1936 yılında hayata veda eden Gilbert Keith Chesterton’ın ölümünün hemen sonrasında yayımlanan kitapta sekiz dedektiflik öyküsü bulunuyor. Öykülerin baş kahramanı Mr. Pond’a gelince… Sıradan bir devlet memuru olan Bay Pond, başta dostları Yüzbaşı Gahagan ve Sir Hubert Wotton olmak üzere çevresindekileri çileden çıkaran paradoksları ve çelişkili tutumlarıyla tanınmaktadır. Ne var ki ‘kafasında bir anlığına yüzeye çıkıp sonra dibe batan’ bu canavarlar Bay Pond’a, karşılaştığı gizemli olayları çözecek müthiş bir sezgi gücü de kazandırmıştır. Borges'in de övgüler yağdırdığı yazarın öyküleri, hiciv ile akılcılığın bileşimi olarak dünya klasikleri arasında prestijli bir yerdedir.

Bay Pond’un Paradoksları / G. K Chesterton / İş Bankası Yayınları

Tanrıların Seyahati

Kadim halklar tanrılarını

nasıl tasavvur ederdi

Toulouse-Jean Jaurès Üniversitesi’nde eskiçağ tarihi profesörü olan Fransız Mısırbilimci, epigraist ve nümismat Corinne Bonnet'nün bir roman sürükleyiciliğinde okunabilecek kitabında Eski Akdeniz’in -Yunanlar, Romalılar, Fenikeliler ve Kartacalılar, İbraniler ve Yahudiler, Mezopotamyalı ve Mısırlılar- seyahat eden dinleri ve onların tanrıları konu ediliyor. Tanrıların Seyahati, kadim halkların tanrılarını nasıl tasavvur ettiklerini ve onların ilahi temsillerini nasıl oluşturduklarını daha iyi anlamak için pratik bir başlangıç. Kitap, seyyah tanrıların meselleri, yavaş yavaş antik dinlerin anlaşılması konusundaki içsel temel sorunları da doğal bir şekilde ortaya çıkarıyor.

Tanrıların Seyahati / Corinne Bonnet / Monografi Yayınları