Yalnızca birinin bile, bir ülkenin utançtan boğulmasına, vicdan ve hukukun ayağa kalkmasına ve sorumlularının insan içine çıkamamasına yetecek gelişmeler batağında, kulaç atmaya, nefes almaya çalışıyoruz. Aklı ve ahlakı erozyona uğramamış herkes iyi biliyor ki, tümü planlı, programlı ve taammüdendir. Birazcık olsun tarihten, toplumsal süreçten ve günü okumaktan nasip almışlar biliyor ki, bütün bunlar çok iyi bir kurgunun, hazırlığın ve nihayet topyekün hücum kararının tezahürüdür. Bir gün bu süreci yazanların ne söyleyeceği ise, çoktan bellidir: "Her şey o kadar aleniydi ki, kimse göremedi!"
Tek tek hadiseleri sıralamanın gereği yok. Bu sürecin sorumlularını, muhataplarını, aymazlarını, bilerek ya da bilmeyerek yardım ve yataklık yapanları, bir bir anmaya gerek yok. Hele ki, bütün bunları "söylemiştik, yazmıştık" mealinde bir malzemeye dönüştürmenin, hiçbir anlamı yok. Çünkü bu günlere dair, dün itiraz edip öngörülerde bulunmak için, çok büyük zeka, çok derin dünya görüşü gerekmezdi.
Biz yine kendimizle didişmekte, hayatı ve ülkeyi gereğince hak edip etmediğimizin hesaplaşması içindeyiz.
"Yetmez ama evet" diyenler başta olmak üzere, yaşadıklarımızın önsözünü yazanların ve onları destekleyenlerin işbirliğini, demek ki yeterince sergileyemedik. "Hayır" demenin gerektiğini, panel konferans dolaşırken, demek ki yeterince anlatamadık.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, onu anlamlandıran değerleri, örneğin laikliği yeterince işleyemedik, anlatamadık. Çıktığı yumurtayı beğenmeyen civcivler gibi dolaşan vefa ve saygı yoksunlarına, ilericiliği bu ülkenin birikimlerini hiçlemek sananlara, böyle yaparak kimlere hizmet ettiklerini yeterince gösteremedik.
Evet, faşistlikle ve şovenlikle bizi suçlamaya kalkan haddini bilmezler vardı, hep olacaktır. Ama biz, dünyayı değiştirmeye, bu ülkeyi "daha yaşanır" kılmayı dillendiren bir dünya görüşünü, etnik milliyetçiliğin sınırlarına getirip bırakanlara, yeterince itiraz edemedik. Feodalizm batağında ilericilik taslayanları, şeyhlere, şıhlara emanet ettikleri bir coğrafya adına ahkam kesenleri, emperyalizmin kirli sofrasında tiril tiril kostümleri ve akça pakça eldivenleriyle garsonluğa soyunanları yeterince teşhir edemedik. Kitleleri etkileyip peşlerinden sürükleyeceğini sanarak, kuruluş felsefesini unutup, ideolojisinden vazgeçenlere, böyle yaparak nasıl kimlik ve kişilik erozyonuna uğradıklarını düşünemeyenlere, demek ki yeterince "Siz ne yaptığınızın farkında mısınız?" diyemedik.
Şimdi, “Bütün bunları söylemenin ne anlamı var, bu ülke ne halde, görmüyor musun?” diyenlerin olduğunu da biliyoruz. Peki, bunları niye yazıyoruz?
Samimiyete davet etmek için.
Bir kere olsun, artık yeterince kanıtlandığı üzere, kişisel ya da grupsal ikbal sevdasından vazgeçip, şu güzelim ülkeden yana tavır almaları için.
Yarın bunları yazacak satır, konuşacak zaman kalmadığında, birbirimize aval aval bakmamak için.
Bu ülkenin özgürlük ve bağımsızlığının, bizim özgürlük ve bağımsızlığımıza bağlı olduğunu anımsatmak için.
Aklımızı, vicdanımızı, ahlakımızı özgür kılmadıkça, gelecek kuşakların ülkesinin tutsaklığında en büyük pay sahibi olarak, utançla anımsanacağımız için.
Bu ülkeyi bize bırakanların özgürlük ateşlerinden nasiplenmek için.
Çünkü başka ülke yok.