Yeni öykülerinde Milli Mücadeleyi farklı bir açıdan ele alan Buket Arbatlı, kitabının varoluş sebebini şöyle açıkladı: "Şehit çocuğuydu dedem, babasını Sakarya'da kaybetmişti. Annesini yani Vesile Hanımı ise bana esin veren Bahri Ağa ile aynı tarihlerde kaybetmiştik. Bu nedenle çok kez kendime kızdım. Onlar hayattayken çocukluklarını, gençliklerini hiç merak edip sormaz mı insan?
Buket Arbatlı'nın ilk kez 2020 yılında yayımlanan öykü koleksiyonu "Erkeklere Her Şey Anlatılmaz'dan sonra ikinci kitabı, Korkunun Kıyılarında'yı geçttiğimiz aylarda yine Sel Yayıncılık etiketiyle çıkardı.
Bu koleksiyonda, yakın tarihimizin çok hassas bir döneminden, Milli Mücadele yıllarından kotarılmış öyküler var. Gerçekle örtüşen yer yer gerçeğin de öte yakasında kendini hissettiren öyküler bunlar.
Altı eserden oluşan kitaptaki bazı öyküler, yazarın kendi ifadesiyle "birkaç söz daha ilave edilebilse" novela olabilecek, hatta iddialı bir romana dönüşebilecek öyküler.
YENİ ÖYKÜLER YOLDA
Burdur'da dünyaya gelen Buket Arbatlı, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirmiş, ardından Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi’nde Radyasyon Onkolojisi'nde uzmanlığını tamamlamış bir hekim aynı zamanda. Uluslararası ilaç firmalarında genel müdürlük yapan Arbatlı öykülerini Notos, Sözcükler, Öykü Gazetesi dergileri ve dijital edebiyat sitelerinde yayımlamış. Evli ve bir çocuk sahibi yazar, şu sıralar üçüncü öykü kitabı üzerinde çalışmalarını sürdürüyor..
YAŞLILIK TEMASI İLE UĞRAŞIRKEN...
İkinci kitabınızdaki öykülerle Milli Mücadele günlerine gittim. Ancak ilk kitabın kahramanları daha çok kadınlardı. İki kitabınızı ve aralarındaki farkları sizden dinleyelim isterseniz...
Elbette!.. İlk kitap biraz iç dökme gibiydi. En azından benim açımdan öyle oldu. Kadın sorunları, kadınların hayattaki duruşu hatta kadın kavramı, kadınlık halleri üzerine çok düşündüm. Hala benim için aile kavramından sonra üzerinde yazmaya değer en çekici konudur. Buna karşın ikinci dosya daha farklı olsun istedim.
Bir hazırlığınız var mıydı?
Evet, yaşlılık teması üzerine yoğunlaşmıştım. Ancak o günlerde bir haber okudum. Bahri Ağa'nın resminin bulunduğu Osmanlının son cücesiyle ilgili bir haberdi. Gördüğüm an gönlümü o kareye kaptırdım. Çizgili takım elbisesi, cep mendili ve memnuniyetsiz yüz ifadesiyle kalbimi çalmıştı.
Solmuş gitmiş bir resmin böyle bir gücü var demek ki!
Hiç kuşkusuz ama Bahri Ağa, benim üniversitede okuduğum yıllarda vefat etmiş, çok da eski değil aslında. Ona ve diğer saray çalışanlarına dair lise tarih derslerinde okutulandan daha fazla bir şey bilmediğime çok hayıflandım. Üstelik 1912 doğumlu bir dedenin yanında on yıldan fazla yaşamıştım.
O dönemlerle bağ kurabilmeye büyük bir vesile...
Aynen. Şehit çocuğuydu dedem, babasını Sakarya harbinde kaybetmişti. Annesini yani Vesile’yi ise Bahri Ağa ile aynı tarihlerde kaybetmiştik. Kendime fena halde kızdım, çocukluklarını, gençliklerini hiç merak etmemiş, hiçbir şey sormamıştım. Oysa onlardan neler öğrenebilirdim. Sanırım Korkunun Kıyılarında biraz da özür dileme amacıyla yazıldı.
DÖNEM ÖYKÜCÜLÜĞÜNE FARKLI BİR BAKIŞ
Eski ve yeni okurlarınız bu sürpriz öyküleri nasıl karşıladı?
Gelen tepkiler, gösterilen ilgiden memnunum. Çok sevdiğim bir yazarın yorumu çok hoşuma gitti. "Önceki hayatında hangi cephelerde savaştın" diye sormuştu. Genel olarak kitaba dair ilk tepkiler, aynı konuların dönüp durduğu yeni dönem öykücülüğüne farklı bir bakış açısı getirdiği yönünde. Öykülerin kişisel kayıplar üzerinden ilerlemesini sıcak bulanlar var. Bu kayıplar sevgili, çocuk, evimiz, ideallerimiz ve hatta masumiyetimiz. Sonuçta tarih kitabı değil, insanlara dokunsun, bir başka çağın çoktan unutulan o sıradan kahramanlarını hatırlayalım istedim.
Bitmiş gitmiş bir dönemi edebi alana taşımanın zorlukları oldu mu?
Olmaz mı? Her şeyden önce bir asır öncesinin savaş alanlarını, insanlarını, eylemlerini yazıya taşırken çok dikkatli olmak gerekiyor. Hataya çok açık zira.
Bir yandan da hep merak edilir, bir edebi eserde yansıtılanlar ne derecek gerçek diye!..
Edebiyat her şeyi sil baştan kurgulayabilir. Edebiyat ile alternatif tarih bile yazılabilir. Yine de dönem kitabı yazıyorsanız atmosferi kurmak, okurun sağlam zeminde yürümesini sağlamak, detayda şüpheye düşüp ana hikâyeyi yitirmesini engellemek şart diye düşünüyorum. Öykülerim bazı yaşanmışlıkları içeriyor elbette.
Nasıl?
Bir kere bazı karakterler gerçek, başlarına gelenler her zaman gerçek olmasa da. Büyüklerim var kitapta. Vesile, Ağaların Hüseyin Efendi, Ayşeli Kadın, Mustafa ve Mehmet Emmi hepsini sevgiyle kucaklıyorum.
BİR SAYFA DAHA YAZSAM...
Öyküde bir hayli yol almış bir yazar olarak romana ilginiz, hazırlığınız var mı?
Öykü hem okumayı hem de yazmayı çok sevdiğim bir tür. Uzun öyküler yazıyorum, bir sayfa daha yazsam kısa roman oluverecekmiş gibi geliyor. O sayfa gelmiyor bir türlü. Öykücülüğün gereksizi atma, kısaltma metodu ket vuruyor sanırım. Aslında benim için belli bir kalıp yok. Bazen başını almış giden yazılar oluyor, belki bir gün onlar birikip roman olur.
Öykü ve gözlem arasındaki ilişkiyi sormak isterim. Ama soruya esinlenmenin öyküdeki ağırlığını da eklemiş olayım...
Bir söz, bir resim, bir karakter ya da bir olaydan yola çıkarsınız. O artık neyse hemen yazıya dönüşemez. Hakkında habire okurum, görselleri incelerim, şarkılar dinlerim. Bir tarikatla ilgili öykü yazıyordum. O kadar youtube videosu seyrettim ki ev halkına hatta komşulara bile bilgisayarımdan yükselen zikir seslerinden fenalık geldi. Kumrular öyküm için kuşlarla ilgili ne çok araştırdım bilseniz, neredeyse öyküyü yazmayı unutacaktım. Ezcümle gözleme ve araştırmaya çok inanırım.
Öykülerinizin küçük belirsizliklerle noktalanması ve okurdan sezgi gücü istemesi çok hoş! ..
Sonlar çok önemli. Dikte eden, mesaj veren sonlar benim tercihim değil ama okuyucuyu yarı yolda bırakmadan, "Eeee ne oldu şimdi" hissi yaratmadan bir son yazmak da isterim. Öykünün meselesi olmalı, bu temel şart benim için. Aksi halde boş laf çevirme gibi geliyor. Buna karşın tematik, hedef odaklı öyküleri de sevmiyorum. Biz kimiz ki günün sonunda, okuyucuya değip geçen bir kuş tüyü.
İLGİNÇ OLAYLAR ÖYKÜLEŞMEDİ, ANI OLARAK KALDI
Tıbbiyelisiniz. Sağlık sektöründe hekim ve idareci olarak bulundunuz. Zor ortamlar, Bazısı kederle biten hazin tanıklıklar. Öykülere vesile oldu mu o yıllar?
Hekimlik sürem sadece yedi yıl. Üstüne dört yıl da başhekimlik yaptım. Hastayla temasım bu kadar. Birbirinden ilginç ve yazılası olayla karşılaşmama rağmen hiçbiri öyküleşmedi. Bu şaşırtıyor beni. Herhalde edebiyatı, ruhumun nefes aldığı, hastalık, çaresizlik ve ölüm salınımından uzaklaştığım bir alan olarak tanımladığım için. Onkolojide benim uzmanlık öğrencisi olduğum yıllardan bu yana yüz güldürücü pek çok gelişme oldu. Bununla birlikte hastalığın tekrar edeceği ve bu defa üstesinden gelinemeyeceği bilgisi hekimin bilinçaltında kıpırdar durur. Buna empati denebilirse durum budur. Tam empati hekimler için ölümcül olurdu herhalde.
Meşakkatli okul süreci bir yana sonrasında da vakit alan bir meslek hekimlik. Okumak, yazmak ve meslek edinmek. Nasıl götürdünüz bu süreçleri?
Hekimlik, öğretim üyeliği, ilaç firması yöneticiliği, ilaç ruhsatlandırma danışmanlığı, klinik araştırmalar danışmanlığı bunların hepsini yapıyorum ama Pazar günleri benimdir. Okur ve yazarım, kimsenin bunu engellemesine izin vermem. Kendime ait oda gibi kendime ait günüm var. Bu sayede yazabiliyorum.
Edebiyatımızda öykünün ağırlığı malum... Öykücülüğümüzün neresine konumlandırırsınız kendinizi. Sizi özellikle etkileyen yazarlar kimler oldu?
Klasik öykücüyüm galiba. Emin değilim ve umurumda değil. İçimden geldiği ve okumaktan hoşlandığım tarzda yazıyorum. Dünyanın her yanından çok sevdiğim yazarlar var. Mikroscope dergide arkadaşım Özlem Akıncı’yla iki yıldan fazla her ay öykü konuşmaları yaptık. Hepsi de en sevdiğim yazarlardı. Tabii herkesi konuşamadık. Sade, sert, laf oyunu yapmayan ama temiz ve lezzetli bir dille yazılmış öykülere bayılırım. Türk kahvesi gibi.
Yeni öyküler var mı, biraz ipucu verir misiniz onlara dair?
Yeni dosyam üzerinde çalışıyorum, ilk kitabımdaki gibi öyküler olacak.
KADIN İSTERSE BAŞARIR
Ülkemizde kadınların yaşadıkları her türden şiddet ve toplunu her katmanında karşılaştıkları eşitsizlikler malum. Onlara ne önerirsiniz?
Kadınlar, hepsi değil elbette ama kendilerine yatırım yapmıyor ve onlara dayatılan kimliklerden sıyrılıp kendilerini öncelemiyorlar. Bunu aşmaları gerek. Toplumun her katmanında aynı fırsatlar yok biliyorum. Ben de sonuçta taşradan geldim. Ama neler başarmış inanılmaz kadınlar var. Herkesin kendi zaferini bir yerde yaratabileceğine inanıyorum. Ya da inanmak istiyorum diyelim.
Korkunun Kıyılarında / Buket Arbatlı / Sel Yayıncılık
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Rönesans'ın üç devinden
birini yakından tanıyalım
Kafka Kitap, Epsilon yayın grubunun ikinci markası olmasına karşın harika kitap projeleriyle dikkat çekiyor. Celil Sadık'ın kaleminden çıkan 'renkli' çalışmaya, yayıncılığımızın çalışkan isimlerinden Şebnem Soral Tamer'in elleri de dokununca arşivlik bir eser çıkmış ortaya. Celil Sadık ise ünlü İtalyan sanatçının kitabını yazış nedenini şöyle açıklıyor:
“... Bu kitabı yalnızca bir sanatçının yaşam öyküsünü anlatmak için değil, sanatına işlemiş ruhu da gün yüzüne çıkarmak umuduyla yazdım... Yeteneği ve zekâsıyla, tecrübesizliği ve kıskançlığıyla, hayranlıkları ve özlemleriyle, başarısı ve başarısızlıklarıyla adını tarihe nasıl kazıdığını hep birlikte görelim istedim. Tabii bunu yaparken kısacık ömrüne sığdırdığı eşsiz eserleri ve sanat tarihindeki yerini inceleme zevkinden de mahrum kalamazdık..."
Hayatı ve Eserleriyle Raffaello / Celil Sadık / Kafka Kitap
Tam Erlend Loe'ya göre bir uğraş
Özellikle Doppler serisiyle ülkemizde de önemli bir okur kitlesine sahip olan Norveçli yazar Erlend Loe, tekerleklerle olan bir yıllık sınavında geldiği son noktayı, ilginç bir kitapla ortaya koydu. Gözlem gücü, hayata ve olaylara ironik yaklaşımıyla bilinen yazar, ellisinde merak saldığı tektekerlekli bisiklet üzerinde okurlarını farklı bir yolculuğa çıkarıyor.
Kitap, yazarın tektekerle tanışması, ormanda sürdüğü ilk dönemi, ilk kez trafiğe çıkışı ve bir yılı tekteker üzerinde geçirme tecrübesi aktarırken gerçeklikle müzakeresini irdelemeyi de ihmal etmiyor.
Loe bu süreci kendi mizahi anlayışıyla şöyle açıklıyor: “İlkin dört tekerlek üzerindeydim. Sonra üç. Daha sonra uzun süre iki. Şimdi de tek. Azalarak ilerleme söz konusu. Bu gidişle, birkaç yıla tekerleksiz kalacağım. Ve yaşamım boyunca üzerinde bisiklet kullanmayı sevdiğim toprağa dönüşeceğim.
Gerçeklikle Müzakere / Erlend Loe / Yapı Kredi Yayınları
Hayata sıfırlarıyla başlayan bir kadın
Bir yazarın gerçek deneyimlerini, özellikle acı verici süreçlerini bir edebiyat eserine dönüştürmesi, her daim derinden etkiler beni. Çağdaş Alman edebiyatının ödüllü yazarlarından Kathrin Schmidt, Ölmüyorsun adlı romanında, felç geçirip hafızasını kısmen yitirmiş kahramanının gözünden bir insanın dününe ve bugününe, umut ve hüzünlerine, hayal ve hüsranlarına şahitlik etmemizi istiyor.
Yazar kendi yaşadığı rahatsızlığının anılarına mizahı da katarak kurduğu anlatıda bol sıfırlar var:
Sıfırlarla dolu bir geçmiş... sıfırı tüketmiş bir hasta ve sıfırların soluna başka bir rakam yazıp sıfırdan başlamak isteyen Helene adlı bir kadın!
Ölmüyorsun etkileyici bir büyüme hikayesi.
Ölmüyorsun / Kathrin Schmidt / Everest Yayınları