Bazen hiçbir şey yazmak istemezsiniz. İçinizden gelmez.
Bazen de sayfalar yetmez kafanızdakileri kağıda dökmeye.
Tuhaf bir şekilde ben bu iki hal arasındaki ince çizgideyim
Söylenecek çok söz var ama söyleyecek istek ve enerjim yok sanırım.
Milletçe zor günlerden geçiyoruz. Her saat, her yeni dakika, yeni bir şok dalgası getiriyor.
En üzücü olan da birbirimize yaklaşacak yerde daha da uzaklaşıyor, kopuyor oluşumuz.
Televizyonlarda bir “normalleşme” sözcüğüdür gidiyor.
Toplum olarak normalleşmemiz lazım”, diyorlar.
Ne iyi olurdu... da nedir normalleşmek?

* * *

Kelime anlamından çok, Türkiye standartlarında normalleşmek nedir?
Bu -çok şükür- başarısız darbe girişimi ve sonrasında yaşanan baş döndürücü gündem öncesinde ne kadar normaldik?
Toplum huzur içinde miydi?
Adalete güven tam mıydı?
En gelişmiş ülkeyi kıskandıracak seviyede ifade özgürlüğü mü vardı?
Kadınımıza, çocuğumuza şiddet ve tacizin kökü kazınmış mıydı?
Ekonomimiz zirvede miydi?
Normalleşelim diyoruz ama bence normal sözcüğünün bile anlamını yitirdiği bir hale geldik. E tabii haliyle insanın içinden gelmiyor yazmak, çizmek...
Böyle zamanlarda biraz tebessüm etmek için Zaytung.com'a bakıyorum. Ne de olsa mizah karamsarlığın ilacı.
Zaytung ekibi, en kötü halimizde bile insanı güldürecek detayları çok iyi yakalıyor.
Son haberlerinin başlığı şöyle:
Olağanüstü Hal İlan Edilmesinin Ardından Türkiye Şaşkın: “Şu ana kadar olağan bir halde miydik lan?!”
Benim normalleşmeye takıldığım gibi Zaytung da “olağan”a takılmış.
Maalesef bir süredir ne normal, ne olağan bir Türkiye'de yaşıyoruz. Yine de umutsuzluğa, karamsarlığa kapılmamak, bardağın dolu tarafına yoğunlaşmak en hayırlısı.
'Normal'de hayvanlarla ve çevreyle ilgili bitmek bilmeyen sorunları paylaşırdım sizinle ama bu haftalık affedin. Biraz normalleşince yazarım yine.

* * *

Not: Siz yine de tüm bu kriz ortamında, olup bitenden habersiz sokakta yaşayan canlarımız için kapınızın önüne bir kap su bir kap mama bırakmayı ihmal etmeyin.