Manisa’nın Adiloba köy ilkokulunda tanıştım onunla. Yaşamım boyunca hep onunla karşılaştım. Saruhanlı’da, Edremit’te ve İstanbul’da adını anımsamadığım, çok kısa sürelerde bulunduğum okullarda, ardından Çınarlı Sıdıka Rodop Ortaokulu’nda, Gökçeada Öğretmen Okulunda, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde… Ramazan Beydi, Beyhan Hanımdı, Kasım Beydi, Emel Hanımdı, Özdemir Beydi adı, Turgut Beydi, Suat Beydi… Bugün neysem hepsini, hiç abartısız her şeyimi borçlu olduğum insandı o. Öğretmendi, öğretmenlerimdi.

Belleğini oturtamayan, algısını ve yorumunu sabitleyemeyen her toplumda görüldüğü gibi, “Öğretmenler Günü”nün hangi tarihin, hangi günü ve hangi olay gerekçesiyle kutlanması gereğini tartışıp durmakta, bu güne dair duyarlığı da kendimize benzetmiş bulunmaktayız. Sonradan Öğretmen Okullarına dönüşecek Darülmuallimin kuruluş tarihi olan 16 Mart 1848 mi? Atatürk tarafından “Millet Mektepleri”nin açılış günü olan 24 Kasım 1928 mi? Aydınlanma mücadelesinin büyük atılımı Köy Enstitülerinin kuruluş günü olan 17 Nisan 1940 mı? Dünyayla birlikte yürüyorsak, UNESCO ile ILO tarafından öğretmenlerin konumlandırılmasına dair “tavsiye” kararının alındığı 5 Ekim 1966 mı? Yoksa eğitimcilerin sınıf ve mücadele tarihinin ülkemizdeki unutulmaz simgesi olan TÖS’ün kurulduğu 8 Temmuz 1965 ya da 12 Eylül faşizminin katlettiği TÖB-DER’in ilk adımı olan TÖB’ün duyurulduğu 3 Eylül 1971 mi?

Kafanız karışmasın diye Muallimin-i İslamiye Cemiyeti’nden, Encümen-i Muallimin’den, Muhafaza-i Hukuk-u Muallimin Cemiyet’inden, Muallimler Cemiyeti’nden, hatta Fahri Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olan Türkiye Muallimler ve Muallimeler Cemiyeti’nden ve kuruluş tarihlerinden söz etmediğim için teşekkür ediniz.

Ben asıl “Dur bakalım, hangi sivri zekânın aklına gelecek de önerecek?” merakındayım. Neyi mi? Bugün Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Fas, Katar, Libya, Mısır, Suudi Arabistan, Tunus, Umman, Ürdün ve Yemen gibi memleketlerde, Arap-Şeriat takvim ve zihniyet gereğince Öğretmenler Günü ilan edilen 28 Şubat’ı!

İşin şakası bir yana, ben Öğretmenler Günü denince, bireysel ve toplumsal yaşam mimarları olan öğretmenlerimizin, nitelik, nicelik, demokratik haklar, örgütlü mücadele ve bunların karşılığı olan saygınlık sorunlarını anlıyorum. Bilimin ve eğitimin aydınlanmadan başka bir beslenme kaynağı olmayacağına inanarak, bu yolda Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve eğitimbilimi alanında çığır açan öncülerin, yaşamdaki ve günümüzdeki karşılıklarını arıyorum. Üstümde sonsuz ve ödenemez hakları olan öğretmenlerimi, saygıyla anıyor, selamlıyor ve minnetlerimi sunuyorum. Öğretmenler Gününün içi boş ve kof lafazanlıklarla geçiştirilmesini, toplumsal sorunlardan kristalize edilerek anlamsızlaştırılmasını, onlara yapılmış vahim bir saygısızlık olarak görüyorum. Uzatmaya ne gerek var? Öğretmenlerimizin durumu, sorunları, içlerinde bu mesleğe yakışmayan pedagoji ve psikoloji kıyıcıları, eğitimin yozlaştırılması ve bütün bunları yaratanlar, bu ülkenin parçasıdır. Durumumuzu görmek için, eğitimimize ve onun başat unsuru öğretmenlerimize bakmak yeter.

Bunca kelamı, umutsuzluk ve karamsarlık olsun diye yazmıyoruz. Biz geçmişin güzelliklerini ve ortaya konan hedefleri anımsayarak, bugünü değerlendirebilir, yarınları tasarlayabiliriz. Bunun için eşsiz örneklerimiz var. Ne demişti Köy Enstitülerinin yaratıcılarından, “Çağın en güzel gözlü Maarif Müfettişi”: “Vatanın dağlarında bayırlarında kırlarında, hatta en ücra yerlerinde kendi başına açıp solan çiçek bırakmayacağız!” Bir gün TBMM’de yozluk dile gelip, “Köy Enstitüsü mezunları, gittikleri köylerde kendilerini birer Atatürk gibi görüyorlar” diye yakındığında, gericiye ne yanıt vermişti Hasan Ali Yücel: “O çocukların her birinin, Atatürk olması beklenir!” Sorun bu kadar yalın ve yakıcıdır.

“Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklar yetiştirmekle, “Cumhuriyet nesillerinin yaratıcıları” olmakla görevlendirilmek, öğretmenlerimizin onuru ve sorumluluğudur. Yakışanlara ve yetiştirdikleri çiçeklere selam olsun!