Nereden takıldı dilime birden, Kadir Şençalar’ın Hicaz makamındaki şarkısını mırıldanmaya başladım. “Neyleyim köşkü neyleyim sarayı…”
Oldum olası saray adı beni irkiltir, ürkütür. Padişahların, kralların, sultanların, beylerin, varsılların yaşadığı görkemli, göz kamaştırıcı koca binalar bana halktan uzak yapıları anımsatır.
Saray, Farsça’dan gelip yerleşmiş dilimize. Korumak anlamını içerirmiş.
Teknolojinin yokluğunda insan ve hayvan gücü kullanılarak yapılan saraylar; tarih boyunca hükümdar ve hükümran varsıllığının, gücünün ve bulundukları bölgenin gelişmişliğinin simgesi olmuş!
Hükümdarların tanrısal kişilikler olduğuna inanılan dönemlerde saray, dinsel bir merkez niteliği kazanmış, her dönemde ülke gücünün göstergesi durumuna yükselmiş! Bu simgesellik, günümüz ülkelerinin devlet başkanlığı konutları ve bakanlık hizmet binalarında da görülür.
Nedense ev daha sıcak, daha sade, daha içtenlikli, daha hatırlı gelir bana. Geçmişin o güzelim Halkevleri gelir aklıma. Cumhuriyet döneminde ülkenin sosyal ve kültürel kalkınmasında, Cumhuriyet'in getirdiği değerlerin geniş halk kitlelerine ulaşmasında anlamı, önemi büyük olan yerler…
Atatürk döneminde 19 Şubat 1932 günü başta Ankara olmak üzere 14 il merkezinde Halkevleri açılır, zaman içinde bu sayı büyük artış gösterir, yurt içinde yayılır.
Gaziantep Halkevi’nin bahçesinde yaz günleri yaşadığım çocukluk anıları da belleğimdedir hâlâ.
Gençlik yıllarımda Ankara’da 1966’dan 1975’e değin Halkevleri Genel Merkezi’nde, Ankara Halkevi’nde ne güzel etkinliklere, söyleşilere, toplantılara katıldığımı, dostluklar oluşturduğumu unutamam.
Adalet Sarayı, Nikâh Sarayı, Simit Sarayı gibi adlandırmalara yakınlık duyamadım bir türlü. Neden saray? Görkemli yapılar olduğu için mi? Örneğin Adalet Sarayları… Koca koca yapılar. Orası her kesimden insanın girip çıktığı, hak aradığı, duruşmalar izlediği bir yer değil mi? Adalet Sarayı değil de daha sade, daha içtenlikli bir adla anılan Adalet Evi, Hakevi, Adliye neden olmasın?
Son yıllarda, özellikle büyük kentlerde mantar gibi biten simit sarayları… Simit sabah kahvaltılarımızın olmazsa olmalarından değil mi? Günün her saatinde dar gelirli insanlarımızın yiyeceği. Saraylarda (!) değil de fırın sıcaklığında, ev dostluğunda adı bir ustayla belirlenen yerde simit yemek, çay içmek daha keyifli olmaz mı?
Nikâh Saraylarımız da az değil. Umuda, mutluluğa, huzura açılan, ömürlük bir yaşamın paylaşılacağı başlangıç yolunun ilk imzası “sevgi evi”, “nikâh evi” ya da buna benzer bir adla simgeleşecek yerde atılsa fena mı olur?
İzmir’in Karşıyaka Belediyesi gözde evlendirme dairelerinden biri olan Karşıyaka Nikah Sarayı’nın adını, ‘Zübeyde Hanım Nikah Evi’ olarak değiştirdi. Cumhuriyet’in 93. kuruluş yıldönümü kutlamaları içerisinde anlamlı bir törenle de yeni adını taşıyan yazı asıldı duvarına.
O törende bulunamadım; ama haberleri, görüntüleri izledim, kıvanç duydum.
Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar’ın şu sözü de gönendirdi beni: “Her zaman söylüyorum; ben saraylardan değil, sokaklardan geldim. 'Bizim sarayımız yok, evimiz var' diyoruz. Bu anlayışla da Nikah Sarayı’nın adını, Atatürkçü ve halkçı kimliğimize yakışan bir isimle; ‘Zübeyde Hanım Nikah Evi’ olarak değiştiriyoruz.”
Ah o bahçeli, avlulu, komşuluklu evlerimiz! O evler de kentlerde tükendi artık! Hiç olmazsa adı sarayla değil, evle özdeşleşen, vatandaşla, halkla buluşan daha sade yer adları çoğalsın, oralarda özlem giderelim.
Hadi şarkıya devam edelim o zaman: “Neyleyim köşkü neyleyim sarayı / İçinde salınan yâr olmayınca.”