Her yerdeler. Bir işgal kuvveti gibiler. Yağın kağıtta yayılması gibi, hayatı tehdit etmekteler. Onları biliyorsunuz. Sürekli yakınırlar, hiçbir şeyden hoşnut olmazlar, çoğu "muhalif" olma iddiasındadır. Eleştiri ile kötülemeyi birbirinden ayıramazlar. Uzmanlıktan bihaber azmandırlar. Düşünceleri yoktur ama her konuya "fikir sahibi", "ahkam ustası" pozuyla atlarlar. Muhalifliğin sıcak, güvenli, asude ikliminde yaşayıp giderler. İktidar olduklarında ne yapacaklarını sor, dut yemiş bülbüle dönerler. Fikri takipten nasipsiz, fikri sabitlikle, benim oğlum bina okur, döner döner yine okur üstüne yazılmış canlı birer kompozisyona benzerler. En büyük özellikleriyse, muhalefete muhalefet etme şımarıklığıdır. Öyle ya riski yok, kaskosu yok, faturası yok.
Pervasızdırlar. Saygıdan haberi olmayan densizliğin kusursuz timsalidirler. Gel dersin gelmez, git dersin gitmez bir garip yaratıktan söz ediyoruz. Buyur sen yap desen, anında arazi olan bir çapsızlıktan dem vuruyoruz. Tamam sen yapma, ama bari bir şey öner biz yapalım desen, mal mal bakan, aklı şaşı ruhu alilleri anlatmaya çalışıyoruz. Yakınlardan bir örnek verelim.
Ülkenin en önemli yazar ve toplumbilimcilerden birini kente çağırmışsın. Bunun için onlarca kişi, iki ay boyunca emek vermiş. Tıklım tıklım salon, harika bir konuşmacı-dinleyici iletişimi, kısaca her şey güzel geçmiş. Müzmin mızmız durur mu, patlatıyor beyanı: "Ama gençler yoktu, çok üzüldüm, pek sinirlendim." Ne diyeceksiniz? Evet yoklardı. Örneğin senin getirdiğin üç, gelmeleri için yüreklendirdiğim beş genci biz, belediye başkanı, zabıta timi ve sopa zincir eşliğinde, sokağın başında döverek kovaladık. Hastayız biz!
İnanın böyle bir yanıt, bizim mızmızların arayıp bulamadığıdır. "Abartıyorsun, alt tarafı bir arzusunu dillendirmiş" demeyin. Salon gençlerle dolu olsaydı, bu kez de koltukların rengini bahane edip, belediyenin ne berbat çalıştığından dem vururdu bizim mızmız taifesi. Biliyoruz, her gün yaşıyoruz da söylüyoruz. Bunlara karşı söylenecekler bellidir aslında. Örneğin şunları söylemek ne güzel olurdu:
Saçmalamayın! Siz kimsiniz ki, yalnızca saptama, sızlanma ve hakaret hakkına sahipsiniz? Bir kere de, hiç olmazsa eleştirdiklerinize dair bir çözümle, samimi önerilerle ortaya çıkın! Siz harbiden ne rahatsız tiplersiniz ki, her girişimi beden bütünlüğünüze yönelik sanıp, ciyak ciyak ötmektesiniz? Etkinliğe falan boş verin, siz bugüne kadar hayat ve ülke için bir şey ürettiniz mi, söylediniz mi, o nazik ellerinizi bir taşın altına soktunuz mu yahu? Siz barındığınız, amigoluğuna soyunduğunuz, sorsam ilkelerine ve programına dair tın tın olduğunuz, ama elde flama aptalca çığrıştığınız, pek şişindiğiniz partilere ya da toplaşmalara dair bile en ufak fikri olmayan, zararın en büyüğünü veren, el freni kılıklı zavallılarsınız. Yahu bir çekin gidin be kardeşim, işimiz var gücümüz var! Bıktırdınız insanı müptezel tayfası!
Diyemezsiniz. Deseniz öyle mutlu olurlar ki. Çünkü zaman çok, çene bol, nasılsa kimse “buyur, sen yap” demeyecek. Önünden arkasından saydır, ona buna asılsız haberler uçurup, ahlaksız herzeler yazdır, sosyal medyada bilgi kirliliği yarat. Gerçek ortaya çıkınca, bir özür dileme erdemi bile gösterme. Nasılsa birileri yazacak, konuşacak, çalışacak, ter dökecek, risk alacak, hesap verecek, ömür tüketecek ve en büyük keyfini mızmız sürecek. Hayat bunlara güzel! İnsan bu tipleri değil görmek, düşününce bile tasaların en koyusuna gark oluyor.
Hangi tipler mi? Anlattım ya… Anlatamadım değil mi? Haklısınız, anlatılamazlar ancak yaşanırlar. Sakın ha, hızla kaçın. Yörenize yanınıza, zamanınıza mekanınıza zinhar sokmayın. Bulaşıcıdırlar.