Oyun yazarlığının bir güzelliği de, yüzlerini görmediğin, belki de hiç tanışmayacağın insanlarla, yazdıkların sayesinde buluşmaktır. Olmadığın bir salonda, onlara repliklerinle seslendiğini bilmek, olağanüstü bir duygudur. Sen oyununa emek verenlere, bir de bu açıdan teşekkür edersin. Oyununu izleyenler, yönetmeninden sahneyi temizleyenine pek çok güzel insan sayesinde birer parçan haline gelir. Hele ki ve hiç aklında yokken, bir sabah bilgisayarını açarsın, dün gece uzak bir kentte oyununu izleyen birinin yazdıklarını okursun… Yaşasın iletişim olanakları! Övgü, eleştiri, öneri, ne olursa olsun biri oyununa dair düşüncelerini yazmıştır. Hepsi, “İşimiz buza yazı yazmak” diye sızlanan romantik narsistleri tekzip eder. Hayatlara düşünsel-estetik bir çabayla dokunmak, ses vermek ve hele ki yankısının döndüğünü görmek, hiç buza yazı yazmak olur mu?

***

Bir de işin, oyunun ilk gösterimine, galasına çağrılmak inceliği vardır. Yaşasın, bin kere doğsam yine emekçisi olmak isteyeceğim sanat ve onun en örgütlü hali olan tiyatro! Bu yazıyı, bana bu duyguları bir kere daha yaşatan Mersin’de yazıyorum. Yazdan sonbahara geçtiğimizi takvimsel olarak gösteren 1 Eylül’de, evet şairin “Mevsim değişir Akdeniz olur” dediğince, Mersin’deydim. Siz bu yazıyı okuduğunuzda, sevgilim İzmir’e dönmüş olacağım. Bu kültürler mozaiği, Gazi’nin “Mersinliler, Mersin’e sahip çıkınız!” dediği kente geliş nedenim, elbette yine bir oyun sayesindedir. Ne yazık ki beton ve demirin hızla tüketmesine direnen narenciye bahçeleriyle, Akdeniz havzasının türlü ağaç ve çiçeğiyle, uzayıp giden maviliğiyle, gördüğüm incelikli konukseverliklerle bir güzel kentteyim. Bu yazının devamını, cumartesi günü Adana’da yazacağım. Bugün Baron, yarın Şenbayrak… Yaşasın Devlet Tiyatrosu yıllarından bu yana, hayatıma ve emeğime tanıklık, yardım ve yataklık yapan oteller!

Oyun yazarlığımın en önemli alanlarından biri “Hayat ve sanat ustalarıma saygı” başlığını taşır, Muzaffer İzgü’den Dido Sotiriyu’ya, Aziz Nesin’e uzanır. Ürünlerinden “uyarlama” değildir. Büyük hayatlarına ve verimlerine kendi penceremden bakmaya çalışırım. Nazım Hikmet’i selamladığım “Aslolan Hayattır” ve “Hasret” adlı çalışmalarım, bu çabanın sonuçlarındandır. “Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu”, küresel salgının tüm olumsuzluklarına inat, bu çalışmalarımdan “Aslolan Hayattır”ı sahneye taşıdı. Aynı zamanda tiyatronun genel sanat yönetmenliğini üstlenen dostum Murat Atak’ın sahneye koyduğu ve sahne üstü, arkası, orkestrası, tasarımı ve reji masasıyla kırka yakın emekçinin ter döktüğü oyunun son genel provasına katıldım. Bir gün mutlaka İzmir’e de gelmesini çok istediğim oyunun ayrıntılarına girmek istemem. İzleyince,elbette siz karar vereceksiniz. Ama benim yargımı sorarsanız, yinelemek isterim: bizim buza yazı yazdığımız da kim söyledi? Mevzunun bu kısmı yeter, işin daha önemli yanına geçelim.

***

Yerel yönetimler yasasının 1. maddesi mealen şöyle der: Belediyeyi belediye başkanı yönetir. Bu belirleme, bir belediyenin kadrosuna, çalışmalarına, tercihlerine, manifestosuna egemen olan zihniyetin de tanımıdır. 20 yıldır yerel yönetimlerde çaba gösteren biri olarak özetlemeye çalışayım; bütün bunlara özverinizi, kente ve kentliye dair sorumluluğunuzu, dünya görüşünüzü ve moral-entelektüel duruşunuzu ekleyemiyorsanız, sakın bu alana girmeyiniz. Ama hak-sorumluluk bilincine sahip bir kentli olarak, eleştiriniz, beklentiniz, hoşnut olup olmama dereceniz ne olursa olsun, öncelikle bu özverili çabayı anlamaya çalışınız. Hele ki o yerel yönetimin başında, merkezi iktidara “muhalif” dünya görüşüne sahip bir belediye başkanı varsa… Bu konuda sayfalarca yazabilirim, konuyu dağıtmayayım.

 “Aslolan Hayattır”ı sahneleyen topluluğu özellikle “tırnak içi” vurguyla yazmamın amacı, sözü İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin “Şehir Tiyatrosu” girişimine getirmektir. “Deneme Sahnesi” olarak başlayan çabaları, Mersin’de görüp yaşadıklarımla oranlayarak değerlendireceğim. Şimdi oyunumu “Adana Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu” sahnesinde izlemek üzere, yola koyulmalıyım. Haftaya görüşmek üzere.