Hafta sonunda İzmir’de, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde önemli bir toplantı vardı. Seçimlere bir hafta kala düzenlenen ‘Cumhuriyetin II. Yüzyılı Kültür ve Sanatın Geleceği başlıklı sempozyumda, siyaset-sanat ilişkisinin farklı boyutları ele alındı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in açılış konuşması ile başlayan toplantıda, iki gün boyunca 50’ye yakın kültür ve sanat insanı konuştu. İlk günün konuşmacıları arasında, CHP’li dört eski Kültür Bakanı (Ercan Karataş ve Suat Çağlayan bizzat, Fikri Sağlar ve İstemihan Talay bildirileriyle) yer almıştı. Suat Çağlayan, Cumhuriyet’in ilk yüzyılında gerçekleştirilen kültürel atılımları ayrıntılı biçimde aktardı. Sağlar, bakanlığı döneminde sanatın yaygınlaşması devletin ve siyasilerin eline bırakılamaması gerektiğini düşünerek, sanatın ’özerkliği’, sanatçının ‘özgürleşmesi’ için örgütlü yapıya geçilmesinin adımlarının atıldığını belirtiyordu. Karakaş, CHP Genel Başkan Yardımcılığı döneminde partinin oluşturduğu ‘Sanat Danışma Kurulu’nda özerk bir sanat kurumu oluşturulması konusunda görüş birliğine varıldığını ama sonraki yıllarda bu kurulun işlevsiz bırakıldığın anlatarak, Kültür ile Turizm bakanlıklarının ayrılmasının gerekliliği konusunda 11 kültür eski bakanının ortak bildirisini vurguluyordu.

**

Karakaş ve Sağlar’ın konuşmalarında yer alan ihtiyaç duyduğumuz yeni kültür politikasının temel ilkeleri şu üç kavram etrafında şekillenmişti: Çoğulculuközgürlük ve özerklik. Bütünüyle katıldığım bu ilkeler ülkemiz kültür ve sanat ortamına nefes aldırabilecek, sanatçılarımızın önündeki engelleri kaldırabilecek nitelikte. Yeter ki, CHP yönetimi ve Millet İttifakı bu alanı ciddiye alsın. Şu ana dek liderlerden bu yönde bir işaret gelmedi. Herhalde üç beş yandaş dışında, sanat ve kültür dünyasının zaten yanlarında olduğunu düşündüklerindendir.

‘Devlet ve Sanat İlişkisi’ oturumunda konuşan Kültür Bakanlığı eski Müsteşar Yardımcısı Hüseyin Akbulut, sanat alanlarının Cumhuriyet'in ilk dönemindeki kazanımlarını vurgularken, Kültür Bakanlığı’nda partiler üstü bir anlayışın egemen olması gerektiğini söylüyor, akademisyen Elif Koparal kültür mirası ve arkeoloji alanının sorunlarını aktararak “birer turizm neferi gibi çalıştırıldıklarını”, kazı başkanlıklarında yandaş arkeologların görevlendirildiğini, bilimin gereklerinin gözardı edildiğini aktarıyordu. 'Yerel Yönetimler ve Sanat’ başlıklı oturumda konuşan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer sanatın toplumsal değişimin kışkırtıcısı olabileceğine vurgu yaparak, 'herkesi sanat üreticisi haline getirmek'ten söz açarken, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, kişisel yaşam öyküsünün Eskişehir’i bir sanat kentine dönüştürmesindeki etkilerini aktarıyordu.

**

Sempozyumun ‘Devlet ve Sanat’ başlıklı oturumuna bir bildiri ile katılan İzmir Şehir Tiyatroları Kurucu Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten, bu ilkeleri savunan bir metin hazırlamıştı. Gelin birkaç satırını birlikte okuyalım: “Sanat devletin yurttaşına borcudur. İnsanların daha birikimli ve mantıklı, daha olgun ve ufku geniş, daha incelikli, hoşgörülü ve duyarlı olmasını istemeyen bir devlet uygar sayılabilir mi?... Uygar bir ülkede devletin sanata desteği, insana yatırımdır, vazgeçilemez… Siyasiler ve özellikle de hükümetler ‘insana yatırım’ ödevinin devredilemeyeceğini, taşerona verilemeyeceğini, fason imalata geçilemeyeceğini, rant ve ihale kapısı yapılamayacağını öğrenmeli, bir güzel içine sindirmelidir… Sanatın içeriği ve biçimi hükümetlerin yani siyasal iktidarların ve onların emrindeki bürokratların konusu değildir, olmasın”… Erten’in bildirisinin ana fikri, “Sanat özgürdür, kurumları özerktir” cümlesinde yatıyor.

Özerk bir sanat kurumu önerisi yaklaşık 30 yıl önce sanat örgütlerinin platformu ‘Özerk Sanat Kurumu Girişimi’tarafından gündeme getirildi; o günlerden bu yana sanatçılar tarafından savunuluyor. Aslına bakarsanız, bu öneri çok daha öncesinde, Britanya Sanat Kurumu ‘Arts Council’ modeline ilişkin yazılar yazan Bülent Ecevit ve eleştirmen Metin And tarafından dile getirilmiş, sonraki yıllarda pek çok yazar ve sanatçı bu öneriye sahip çıkmıştı. Cumhuriyetin sanat kurumlarının günümüz ihtiyaçları ve koşulları çerçevesinde bir reforma ihtiyacı olduğu bir gerçek. Ama ‘Özerk Sanat Kurumu’ önerisinin savunucuları olarak düşüncemiz -AKP’nin TÜSAK tasarısında olduğu gibi- bu kurumları kapatmak değil, tam tersine güçlendirmek yönündeydi. Devletin sanat kurumları dışında kalan bağımsız sanatçıların, sanat inisiyatiflerinin sorunlarına çözüm getirecek, devletin sanat alanlarına verdiği destekleri belirleyecek bir kurum öneriliyordu.

Benzer bir kurumlaşma önerisi Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan’dan geldi. Candan, “Müdahale Alanı olarak Toplumsal Bellek ve Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında Belleğin Yeniden İnşası” başlıklı konuşmasında, siyasi iktidarın Cumhuriyetin toplumsal belleğini yok etmek üzere giriştiği mekânsal katliama ilişkin örnekler vererek, “Yıkım yaşamış toplumların iyileşmesinin ilacı mekânsal olarak toplumsal belleğin yeniden inşasını zorunlu kılar… Cumhuriyet ideolojisinin nakış nakış kentsel mekana işlendiği Ankara, rejime karşı hıncın zirve mekanı olmuştur” dedi ve bir “Kent Kültürü Akademisi” kurulmasını önerdi.

Bu iki kurumsal önerinin Millet İttifakı paydaşlarınca değerlendirilmesini beklemek çok mu iyimserlik olur bilemiyorum. Ama Atatürk Orman Çiftliği’ndeki ‘Külliye’nin bu iki kuruma ve onlarla birlikte TDK, Tarih Kurumu, RTÜK, YÖK gibi özerkliği güvence altına alınacak kurumlara devredilmesinin, Ankara’ya ve ülkemizin kültürel yaşamına katabileceklerini düşünmek bizleri heyecanlanıyor. Yeni yüzyılda Cumhuriyetimize yeni kültür kurumları kazandırmak, bu mekanı bir üniversiteye hediye etmekten daha güzel bir çözüm olmaz mı?