“Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk. sadece büyük ve derin bir din bilgini (teolog) değil, aynı zamanda bir filozoftur. Ülkede Arap dilini gerçekten bilen çok ender insanlarımızdan biridir.”


Yazar Özdemir İnce böyle anlatır Yaşar Nuri Hoca’yı.
 Bu satırlar da Hoca’nındır; “ Övülecek çok iş yaptım ama istedim ki bu övme işini benim dışımda birileri yapsın. Batı basınında bunu yapanlar çok oldu. Mısır’ın el-Ehram’ından, Almanya’nın Frankfurter Allgemeine Zeitung’una, Die Zeit’ına kadar birçok büyük basın organında röportaj ve makalelerim tam sayfa olarak yayınlandı. Frankfurter Allgemeine Zeitung’da benimle ilgili yazılan makalelerin sayısı, şu an itibariyle 18’dir.  O sayededir ki, Time dergisinin 2001 yılında sonuçlanan anketinde, dünya kamu oyu bendenizi ‘20. Yüzyıl’a en çok etki eden yüz insan’ listesinin 7. sırasına oturttu. Hakkımda yapılan doktora tezlerinin tümü de Batı üniversitelerin-dedir. Birinci sırada Alman üniversiteleri var.”

Whatsapp Image 2024 04 27 At 17.13.52

xxxx
Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk çok sayıda kitap yazdı. “Kuranı Kerim Meali”, “Batı Sömürgeciliği”, “İslam Nasıl Yozlaştırıldı”, “Depremin Gösterdikleri”, “Cevap Veriyorum”, “Türkiye’ye Mektuplar”, “Atatürk’ten Sonraki CHP”, “Allah İle Aldatmak”, “Şirk”; bunlardan bazıları…
Bir de “Herkesle ve Hiç Kimsesiz” kitabı vardır Öztürk’ün. İsim babası da Zülfü Livaneli’ymiş. Bakın Yaşar Nuri Hoca nasıl anlatıyor öyküsünü;
“Siyasal yaşamımın ilk günlerinde bir seçim mitingine gidiyoruz. Kasım ayının ilk günü. Açık, ılık, tatlı bir gün... Zülfü Livaneli ile beraberiz.
Bir gün önce İran'dan gelen ve beni çok mutlu eden bir haberi paylaşıyorum Zülfü ile: Hallâc kitabımın İranlı Profesör Tevfik Sübhanî tarafından Farsça'ya çevrildiğini öğrendiğimi söylüyorum Zülfü'ye. Gözlerinin içi gülüyor. "İş bu, diyor, kardeşim, iş bu; gerisi hikâye. Partiymiş, milletvekilliği imiş, bakanlıkmış, hepsi hikâye... Bizim için, kalacak olan, anılacak ve andıracak olan bu."
Güzelliklerin o en doğurgan anası yalnızlığa övgüler sıralıyoruz. Bir yalnızlıktan eğer kötü bir şey çıkmışsa doğum yerine düşük yapılmış demektir. Çünkü yalnızlık asla kötülük doğurmaz. Düşüklerin suçlusu ise bazen anne adayı, ama çoğunlukla ebelerdir. Ebeler, yani toplumdakiler, yani kalabalık...
Derken, bizim hangi dünyalık makama gelirsek gelelim anlaşılamayacağımızı, körler çarşısında ayna satmak zorunda kalacağımızı, hep yalnız ve mustarip olmanın bizim kaderimiz olduğunu yineliyoruz.
O arada ben, sûfî düşüncenin, yaratıcı ruhu tanımlayan ve rahmetli babam tarafından sık sık tekrarlanan ölüm- süz söylemlerinden birini seslendiriyorum: 
‘Bâ heme vo bî heme-Herkesle ve hiç kimsesiz’
Babam ve hocam olan o ışık yüzlü insan bu sözü defalarca gözlerini gözlerime dikerek hüzün dolu bir sesle şöyle benim hayatıma uygulamıştır. Bir keresinde, iri-mavi gözlerini gözlerime dikerek hüzün dolu bir sesle şöyle demişti: 
‘Sen, hep kalabalıklarla birlikte olursun; ama sen yalnız yaşar, yalnız ölürsün! Ben, seni öbür âlemden de takip edeceğim. Bağrım senin için orada da sızlayacaktır.’
Bu sözleri söylerken, gözlerime hâkim olmak için gayret harcıyordum. Zülfü'ye baktım. O benden mert çıktı. Gözlerini serbest bırakmıştı. Yaşlar yanaklarına indi.
O artık siyasetçi Zülfü Livaneli değil, ses ustalarından biri olan Sanatkâr Zülfü idi. İçini çekerek bana dedi ki: ‘Yahu üstat! Babanın sana hatırası olan şu deyişi bir kitabına ad yapsan olmaz mı? Ne muhteşem bir söylem o!’
İçim ısınıyor, burkuluyor, doluyor; coşuyorum, boğazıma bir şeyler düğümleniyor. Kendimi tutamıyorum: Zülfü'nün boynuna atılıp öpüyorum; tebrikler, teşekkürler sunuyorum.
Ve o anda, sanatkâr dostumun anlamlı fark edişini bir kitap adı yapmaya karar veriyorum. Ve yapıyorum. İşte o kitap elinizde. Onda, elimle değil, yüreğimle yazdığım yazıları topladım.
Yüreğinizle okursanız çok mutlu olacağım!”

xxxx
Sekiz yıl önce aramızdan ayrılan , İslamiyet ve din bilimi alanında her zaman değer verilen görüşleri olan  Yaşar Nuri Hoca’yı bu yazıyla anmış olalım. 
Renkli kişilikti. Güzel insandı, güzel uyusun.