Ne kadar anlattı ve anlatıyor, kampanya stratejisi nasıldır, izlenen yol doğru mudur yanlış mıdır? Referanduma on iki gün kala, bunları konuşmak artık gereksiz ve anlamsızdır. Sonuçlarını 16 Nisan gecesi göreceğiz ve sonuç ne olursa olsun, Türkiye 17 Nisan’da bambaşka bir güne uyanacak. Siyasi figürlerin yazgıları netleşecek, başta partiler ve liderleri olmak üzere, yapılanmalar sorgulanacak, ülkenin dünyadaki yerine dair kartlar yeniden karılacak ve her şeyden önce Türkiye’nin kimlik ve kişiliğine dair bir zemin ortaya çıkacak. Çağdaş, demokratik, laik, içte ve dışta barışın onur ve sevinciyle yürüyen bir ülkenin, bu badireden yarasız beresiz çıkan bir Türkiye fotoğrafını tarihe armağan etmesini dilemek, her yurtseverin beklentisi, yetmez, acil görevi ve sorumluluğu olmalıdır.
“Hayır” cephesi, olumlu ve olumsuz olarak adlandırabileceğimiz iki kulvarda mücadele verdi. Olumsuz tarafından başlayalım.
Olumsuzluk kendi içinde ve dışında olmak üzere ikiye ayrılıyor. İçteki olumsuzluk, referandum sürecinde tanım, yöneliş ve anlatım açısından görüldü. Toplumsal denge, konjonktürel kaygı, söylemi genelleştirme arayışı, kullanılan kavram ve nitelemelerdeki gel git, başlangıçta bir bocalama atmosferi yarattı. Son dönemde büyük ölçüde üstesinden gelindiği görülen bu bocalamanın bizce en büyük nedeni, bir rejim ya da sistem dönüştürme çabasını, uygun siyasal tahlil, saptama ve söylemle dile getirememek, afişe edememekti. Yapılmaya çalışılanın bir “Anayasa tadilatı” olmanın ötesinde, Türkiye’nin Cumhuriyetin başlangıcında ve hemen ardından gelen süreçte, kendine çizdiği ve var oluş gerekçesi olarak kabul ettiği yaşam değerleri ve yönetim biçiminin değiştirilmek istendiği, daha net, daha yüksek ve daha “siyasi” biçimde dillendirilebilirdi. Çünkü bu girişim, ne Ahmet’in Ayşe’nin özeli için yapılıyordu, ne de milletvekili sayısı, yaşı vs içindi. Bunların hepsinin hedef saptırma, içeriği ve amacı gizleme yöntemi olduğu, asal hedefin Türkiye’ye bambaşka bir rota çizmek olduğu, daha yüksek sesle söylenebilirdi. Çünkü muhatap ve paydaşları, bütün bunlar konusunda hayli “ustaydı” ve kitlelerin dikkatini bambaşka yönlere çekmek için, idrak ve mantığı askıya alacak, dün söylediğini bugün unutacak kadar esnek bir stratejiye sahipti. Öte yandan, ayrı dünya görüşüne sahip olsa da, “Hayır” noktasında buluşulan yapılarla, Türkiye ortak paydasında, demokrasimize de örnek olacak toplumsal dayanışmalar gerçekleşebilirdi. Tarihe not olarak düştüğümüz bu olumsuzluklar, bugün önemli bir biçimde giderilmiştir. Kalan sürede, bu anlamda daha neler yapılacağını göreceğiz.
Dıştaki olumsuzluğu genelleyecek kavram bellidir: “Antidemokratik”. Yazılı basındaki korkunç oransızlık ile TV yayınlarında “Evet” ile “Hayır”a ayrılan süre yüzdelerindeki vahim uçurum bile, akla bu kavramdan başka hiçbir şey getirmemektir. Bu tuhaf durum içinde, “Hayır” adına yapılan çalışmaların her biri, hakkını vermek gerekir ki, bütçe, moral, sinir ve kararlılık adına takdirle karşılanmalıdır. Her gün bir yenisi eklenen engelleme haberleri yanında, televizyon kanallarında on dakikalık bir “zap” yolculuğu ve kampanyalarda kullanılan bütçe-makam-resmi olanak eşitsizliğine bakmak, konuyu daha fazla yazmaya gerek göstermemektedir.
Olumlu yanlara baktığımızda; “Hayır”ın başarılı olması için, “Anayasa Referandumu”nu ülke gündemine sokanlar ile “Evet” cephesinin, elinden geleni yaptığı görülüyor. Bunun nedeni, yukarıda belirttiğimiz “esasa dair” net, berrak ve inandırıcı açıklama ve gerekçelendirme yapamamalarıdır. Hadiseyi kişiselleştirmek ve bir kişiye indirgemek durumunda kalmışlardır. İç ve dış krizlere bel bağlamışlardır. Cumhurbaşkanı ve Başbakan dışında, “Evet”e dair bir şeyler söylemeye çalışanlar, meramı daha da bulandırmaktadır. Elde yalnızca, tarihleri, kavramları, kişileri birbirine karıştırmak, ondan daha vahim olarak, “Hayır” diyecek yurttaşları inanılmaz suçlamalarla hedef göstermek kalmıştır. Kısaca “Evet”, bütün umudunu iki kişiye bağlamıştır ve gerisini anmak sözü uzatır.
Hayırlısıyla, haftaya konuyu toparlayacağız.