​Birleşmiş milletler Gıda Tarım örgütü “FAO” 1996 yılında üye ülkelerine, Roma Dünya gıda güvenliği bildirgesini imzaya açtığında, pek te kimse konunun buralara geleceğini düşünmüyordu.

​1996 Roma Roma Dünya gıda güvenliği bildirgesi üç önemli konuya dikkat çekiyordu; Yeterli gıda ve su, bu gıda ve suyun sağlık yönünden risk taşımaması ve beslenmenin lezzet yönünden doyurucu bir kalitede temini.

​Ayrıca çok önemli bir yönü de olarak 1996 Roma bildirgesi gıda güvenliği ile temel insan hakları, demokrasi ve özgürlük ile ilişki kurması idi.

​Bu günlerde tüm dünya ülkeleri gıda güvenliği ile yatıyor, gıda güvenliği korkusuyla kalkıyor. Hemen her toplantının bir bölümünü bu konu işgal ediyor. Gıda güvenliği konusunda çalıştaylar, sempozyumlar, çok çeşitli toplantılar düzenleniyor.

​Tüm dünyanın yaşadığı pandemi evresi ve üstüne bir de Rus-Ukrayna savaşı gelince bırakın gıda güvenliğini, kıtlıktan söz edilir oldu.

​Aslında bir çok geri kalmış ülke ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde yetersiz beslenme, hatta açlık sınırında bireylerin olması gelir dağılımının eşitsizliğine işaret ediyorken, bir de üstüne tüm bireylerin açlık tehlikesinden, ya da kıtlıktan söz edilir olması konunun önemini dünya kamuoyunun önüne sanki bir anda getirdi gibi bir his oluştu. Ama aslında gıda güvenliği konusu uzun yıllardır gündemde idi, ama pek dinleyen olmuyor, ateş düştüğü yeri yakıyordu. Zira tüm dünya “sınırsız büyüme” ekonomisine esir düşmüştü. Uzmanları dinleyen kös dinliyor, mış gibi yaparak bildiği yolda yoluna devam ediyordu. Şu anda aynı atmosfer ısısının artmasını duyan, ama işitmemekte ısrar eden kesimler gibi. Her ülke birbirine bakıyor önce o bıraksın kirletmeyi, karbon emisyonunu, öncelikle o ülkenin problemi vs. gibi gerekçelerle atmosfer ısısının artmasına hala katkıda bulunmuyorlar mı ki?

​Ülkemiz en nihayetinde bir tarım ülkesidir. Bu gün bu özelliğini büyük ölçüde yitirdi de - Zira tarım ürün ihracatı payı son yıllarda toplam ihracat içinde ancak yüzde 4-5 lerle ifade edilebiliyor – en azından potansiyel bir tarım ülkesidir. Coğrafyası, iklim şartları ülkemizin tartışmasız bir tarım ülkesi olduğunu vurgular. Ülkemizde de 2004 yılında 5179 sayılı gıdaların üretimi, tüketimi ve denetlenmesine dair yasayı çıkartmış, devamında da 2010 da veteriner hizmetleri, bitki sağlığı, gıda yem yasası çıkartmıştır.

Ama bence, bu yasalarda tüm gıda güvenliği sorumluluğu gıda işletmecilerine devredilmesi doğru olmamıştır. 1930 tarihli 1580 sayılı belediye kanunu dahil eski yasalar 2004’te çıkartılan 5179 sayılı yasadan daha ilerideydi. Zira bu kanuna göre yerel yönetimler yerinde denetliyor, yakın takip yapıyordu. Kontrol denetim merkezi yönetime geçince Belediyeler kontrol görevinden el çektirildi. Belediyelerin kontrol laboratuvarları bu konuda işlevsizleştirildi, görev il tarım müdürlüklerine geçti. Bu yasalarla ceza i müeyyideler de getirilmiştir bu gıda işletmelerine, ancak bu ceza yetersiz olmalı ki bu cezayı ödeyerek verilen sorumluluğu kötüye kullanan bi dolu da gıda işletmesi vardır. Gazetelerde sayfa sayfa ceza verilen işletmeleri sık sık görüyoruz. Hem de ne, yapmaz diye düşündüğümüz sayfa sayfa anlı şanlı firmaları.

​​Daha adil, temiz, güvenilir, çevreyi tüketmeyen bir tarımın mümkün olduğunu görmek tüm insanların dileği olmalı ki yaklaşık son 50 yılın mottosu “sınırsız büyüme ekonomisi dünya ile birlikte çöküyor” görüşü egemenlerde de hakim olmaya başladı. Tüketim toplumu olgusunun ve mali kapitalizmin sonunun gelmekte olduğu daha sıklıkla dile getirilir oldu.

​Umalım ki son 50 yılın vahşi tüketici, hatta yok edici sınırsız büyüme ekonomisinden dünya ders almış olsun, aynı hataları tekrarlamadan daha adil bir ekonominin adımlarını atmayı planlasın.