Her kuşak gibi, benim kuşağımı da işiyle, coşkusuyla, dünya görüşüyle, en önemlisi “insan olmak nedir?” sorusuyla ve yanıtını arama çabasıyla tanıştıranlar, örnek olanlar, onur duyulanlar vardır. Geride paha biçilmez yaşanmışlıklar, yapıtlar, hatır ve hatıralar bırakarak, birer birer gidiyorlar işte… Buna devri daim diyen de var, emri hak diyen de. Ben ülke ve yeryüzü için “Kuşaklararası Nöbet Değişimi” demeyi yeğlerim. Ölüm, doğumla birlikte yaşamın belki de tek gerçeği. Arasını emekle, bu nöbeti insan gibi tutarak, bir sonraki kuşağa devretme sorumluluğuyla doldurarak geçirip geçirmemek de, herkesin kendi gerçeği oluyor. Yeryüzü bunu başaranlar sayesinde dönüyor, bu ülke onlar sayesinde yaşıyor. Yaşamayı nefes alıp vermek olarak tanımlamadığımı, bilmem söylemeye gerek var mıdır? Bunun yanıtını, o kuşakları var eden, yaşayan ve yaşatan, bu ülkenin gerçek tarihini yazanlardan öğrendik. Onlar elbette anma günleri, düzenleyelim, yürek soğutup Kurtuluş ve kuruluş kuşağı, 40 kuşağı, 50 kuşağı, 68 kuşağı, 78 kuşağı… Biz insanın insan gibi yaşamasını isteyen, dünyanın daha güzel olması için emek veren, bedel ödeyerek, “Şimdi sıra sende” diyerek, özgürlük ve bağımsızlığı miras bırakıp gidenlerin devamıyız. Aydın Engin’i de yitirdiğimizi öğrenince işte bunları düşündüm ve ilk sözlerim şu oldu: "Onun gibi yazabilir, okutabilir miyim?" dediğim, imrendiğim kalem ustalarındandı. Çok üzgünüm…”

***

Savaş belası, emperyalizmin çapsız, üçkâğıtçı ve alçak kimliğini sergilemeyi sürdürüyor. Neo Ortaçağın haramileri ile ülkelere serpiştirdiği taşeron soytarıları, Irak, Suriye, Libya, Afganistan gibi mahvettikleri güzelliklere şimdi de Ukrayna’ı eklediler ve durmayacaklar. Savaş insanlığın cahil, kötü ve acınası ilkelliğinin dışavurumudur. Hiçbir savaş suçlusu cani, yok edilen kültürlerden, mahvedilen istikrardan, sefalet ve açlıktan, yol açtıkları acılardan ve katliamlardan söz etmez. Özgürlük, milliyet, din ambalajlı demagojik nutuklardan, halkları ve kültürleri sözüm ona aşağılamaktan ve düşmanlaştırmaktan medet umar. Türedi âlimleri, uşak medyaları da servise hazırdır Alın size bir örnek, güler misiniz ağlar mısınız: ABD’nin Florida Üniversitesi Karl Marx’ın adını taşıyan levhayı, Ukrayna’nın hesabını sormak için kaldırıp atmış. Utanmadan “üniversite” adını kendine yakıştıranlar bunu neden yapmış? Çünkü Karl Marks’ı Rus kökenli biliyorlarmış, iyi mi? Örnek size, Hollanda’ya kızıp kameralar önünde portakal bıçaklayanları, Çin’e kızıp Sultanahmet’te Korelileri dövenleri anımsattı mı?

***

Ho Hoang Hung’u işittiniz mi? 37 yaşındaki Vietnamlı, aşkın, tutkunun ve bağlılığın mükemmel bir örneğini sundu. Şişme bir bota bindi, yanında bir küçük bavul, 10 paket erişte ve bir miktar içme suyu ile kocaman bir yürek vardı. Amacı küresel salgın nedeniyle iki yıldır göremediği eşine kavuşmaktı. Bunun için Phuket Adası ile Hindistan arasındaki 2 bin kilometrelik yolu aşmayı göze aldı ve 18 günün ardından, Tayland Sahil Güvenliği tarafından bulundu… Hiç merak etmeyin, savaşa, salgına, bürokrasiye, çapsızlığa ve vicdansızlığa yol açanlar, çoktan Hollywood sayesinde Ho ile karısının öyküsünü ağlak bir filme ve ranta dönüştürecekler, önce ve elbette mahvettikleri coğrafyalara pazarlayacaklardır. Mendillerinizi hazırlayın. Hiç tanımadığım ve tanıyamayacağım Vietnamlıyı ve eşini, saygıyla sevgiyle selamlıyor, insanlığın üstü kapatılmaya çalışılan yanını gösterdikleri için selamlıyorum. Dünya bir gün mutlaka, Ho’ların bu öykülerinden daha yaşanır, daha paylaşılır, barış, sevgi, umut ve paylaşıma ev sahipliği yapan bir yeryüzü çıkaracaktır. Yaşamı da, sanatı da, insanlığı da bu öyküler kurtaracak.

***

Dün 27 Mart Dünya Tiyatro Günüydü. Konuyu haftaya uzunca yazacağım. Şimdilik, her şeye ve herkese rağmen kutlu olsun diyorum. Köşe bitiyor. Antakya’dan Bursa’ya imza günleri, koşuşturma ve yetişme telaşları içinde yazılmış değinmeler okudunuz. Neyleyim ki, 25 yıllık köşeciliğim içinde, birkaç hastalık hali dışında, “Yazarımız bu haftalık özür diliyor” notunu hiç kullanmadım, umarım hiç kullanmam. Sevgi, saygı ve selamlarımla.