Yazacak, hatırlatacak ne çok konu var. Sürekli okuyorum, Kadim İzmir’in hâli pürmelâline ağlıyorum. Tarih, tekerrür edecek diye korkuyorum. Deprem sonrası yaşadıklarımıza kimseyi inandıramıyorum ve benim canım meslektaşlarımla seçime gidiyoruz. Kim bilir belki de ben de ahir ömrümde ilk kez bir şekilde en çok istediğime kavuşurum yakında.

“Kafamız karıştı” deriz ya… İşte öyle ruh hâlindeyim son günlerde. Size değişik konularda “hatırlatma” yazıları yazacağım diye bazen rüyalarımda dahi Frenk Caddesi’nde falan görüyorum kendimi. Ya da hani Kadifekale’ye çıkmışım da Polikarp’ın mezarını arıyorum.

İlhan Pınar, Yaşar Ürük, Orhan Beşikçi, Erkan Serçe, Engin Berber, Yaşar Aksoy, Kozmas Politis, Mihail Rodas, Altan Altın, Oktay Gökdemir, Talat Ulusoy, Haydar Rüştü, Nail Moralı, Ergun Hiçyılmaz, Sinan Meydan, Baskın Oran, Suat Çağlayan, Celal Bayar falan sanki oturmuşlar da benim “kafam karışsın” diye yazmışlar. Ama hepsi de sağ olsun, ölenlere de rahmet olsun. Başkaları da var tabii ama ilk aklıma gelenler bunlar işte.

Diyeceğim o ki… Ben artık tüm bilgilerimi “gözden geçiriyorum”. Emperyalist gölgesi düşmüş tarih bilgilerini de reddediyorum. Hele İzmir’in son iki yüz yılı artık benim için “yeniden masaya yatırılması” zorunlu bir konu.

Bir noktaya varabilir miyim bilemem… Ancak en azından niyetimi belli ettim, bazı dostlar ürktü, bazıları kıs kıs gülüyor, bazıları da merakla bekliyor.

Ama ne demişler? Tarihte hiçbir konu, olay gizli kalmaz!

ŞU “KADİM İZMİR” MESELESİ

Başkan Tunç Soyer’in “arka sıradakiler” vurgusunu sizler ilk kez seçim zamanı duymuş olabilirsiniz ama ben, Seferihisar Belediye Başkanlığı sırasında özellikle bir defa bir öğle yemeğinde duymuştum ondan bu sözleri. Sığacık’ta bir kış günü, öğle saatleri “öğle rakısı” içerken dinlemiştim Başkan Soyer’den. Laf aramızda, o yemekte amacını da çözmüştüm. “Tunç Soyer Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yürüyor.” dediğimde, bazı arkadaşlar “Hadi canım!” demişlerdi. Fakat seçim de oldu, seçildi de. En çok dile getirdiği konular, neredeyse 200 yıldır pek konuşulmayan cinsten. Heyecan yarattı, dikkat çekti. Eleştirenler elbette olacak. Ama ben “eleştirenlerden” çok uzaktan izleyip, biraz paniğe kapılıp, kendi değil ama başkalarına “eleştirmesini” söyleyenlere gülüyorum.

Kendimi hep “arka sırada” görüyorum ama bunun nedeni var. Birincisi “arkaya düşürülmüş” mahallesinde doğdum “Kadim İzmir’in”. İzmir’in en eski yerleşimlerine ne yazık ki bugün “arka” diyoruz ya… Üzücü ama doğru işte.

Cuma günü İkiçeşmelik’ten aşağı Çankaya istikametine gidiyordum. Tam tarihi caminin önünde trafik yavaşladı. Gözüm takıldı. Sokak araları, cami, dükkânlar hep sanki hüzünlüce eskilerden “İmdat!” diyor bize. Orası İzmir işte… İnatla direniyor zamana ve ihanete. Oralarda doğup büyüyenler, sonraları kaloriferli, asansörlü beton yığınlarına gitmişler. Belki şimdilerde o beton yığınları “kentsel dönüşüm” bekliyor ama dedelerinin doğduğu evler hâlâ  ayakta, direniyor!

Ve bizler hâlâ sadece “Punta”, “Fasula”, “Bella Vista”, “Kramer Palas”, “Sporting Club”, “Whittal köşkü” anı ve fotoğraflarıyla İzmir'i yaşatacağımızı sanıyoruz!

Kadim İzmir ağlıyor ey millet!

Garip ama mesela tarihte İzmir’de Türkler ve Yahudiler hiç düşman olmamış. Hatta emperyalist işgalde, İngiliz ve Amerikalılar, Yahudilerle Türkleri birbirlerine düşürebilmek için de uğraşmış. Ama Yahudiler, hep Türklerle birlikte olmuş. İşgalin acısını da yaşamış. Lakin çok gariptir biz, bize düşmanlık etmeyenlerin miraslarını da ciddi olarak gözden çıkarmışız. “Havra Sokağı” diye bir bölgemiz var ama içi içler acısı. Nedense “Havra Sokağı” denince, çocukların akıllarında yakında “balık ve peynir satılan çarşı” gelecek sadece.

“Kurtuluş ve kuruluşun 100. yılı” geldi neredeyse…

Ama doğrular “eksik”, yanlışlar çok, eski emperyalist iş birlikçi kokuları fazla, “15 Mayıs’ı boşver 19 Mayıs’ı kutla” sakatlığı hâkim, kibir ve vurdumduymazlıklar dorukta, “sen-ben” kavgası, cehaletin yaptığı pirimler, gençlerin umutsuzluğu, kadınların güvensizliği bana sadece bir sözü tekrarlatıyor: “Ders alınsaydı tekerrür eder miydi tarih?”

***

BİRAZ DA “DEPREM SONRASI…”

Çok yazdım, yazacağım. Ama sanıyorum ki “erkân-ı devlet” deprem ve sonrasını düşünemeyecek kadar yoğun bugünlerde. Devlet çarkının bozulma alâmetleri arasında zaten kim dinler depremzedeleri, kimin dikkatini çeker depremzedelerin başına örülen çoraplar?

Bu konuda kendimi oldukça başarısız görüyorum. Zira selam verdiğim, “dostum” dediğim, sevdiğim saydığım milletvekillerinden dahi bir tek dönüş olmadı. Vali Bey “kızmak” dışında bir eylemde bulunmadığı gibi, bir de bendenizi “konforuna düşkün” olmakla itham etti. Meslektaşlarım arada merak etseler de, şu deprem sonrası yapılan envai çeşit zulme karşı hep sessiz kaldı.

Peki neler oluyor?

Evini yitiren mülk sahibi depremzedeler, yapılan konutlardan alamasın diye her şey yapılıyor. Yurttaşların sosyal ve ekonomik durumları göz önüne alınmadan, sanki onların “lüks konuta” ihtiyaçları varmış gibi akıl almaz fiyatlar konuşuluyor. Devlet açıkçası “destek” vermek değil “borçlu” yapmak istiyor depremzedeleri.

Ama şimdilerde yeni bir sorunumuz var Bayraklı’da. Tabii sırada Karşıyaka, Bornova, Konak ve Karabağlar da yaşayacak bunu, kurtuluş yok. Zira artık iyice eminim memleketin sahibi duygusuz müteahhitler.

AK Parti ve MHP milletvekilleri dışındaki tüm siyasi partili vekillere açıkça söylüyorum ki, müteahhitlerin İzmir’de bu kadar rahat at oynatmasını nasıl hâlâ duymuyor ve görmüyorsunuz?

Bayraklı Manavkuyu’da bir sokak. Neredeyse tamamı “hayalet” olmuş. Ama hasar ama kentsel dönüşüm gerekçesiyle boşaltılmış. Tüm doğramaları, balkon demirleri, mutfak dolapları, panjurları sökülmüş. Sakinleri dört bir yana dağılmış.

Deprem öncesi tanesi 800 bin ile 1.5 milyon lira arasında olan bu daireler şimdi sadece hayalet. Örneğin bir apartman için sakinler toplanıyor. Birkaç müteahhitle görüşülüyor. Aynı şekilde yapılması isteniyor apartmanın. Gariptir, Bayraklı’da “iş tutacak” müteahhitlerin verdiği teklifler birbirlerine çok yakın. Daire başına 400 bin ile 600 bin arası para isteniyor. Görüşmeler, pazarlıklar sürerken, ödeme gücü olmayan sakinlere bazı telefonlar geliyor. Gayet kibar bay ve bayan gençler, bu daire sakinlerine “Siz bize dairenizi satın.” diyor. Önerilen ücret “350 bin ile 500 bin arası”. Arayan “gayrimenkul danışmanı kibarcıklar” bir de akıl veriyor. “Siz bizim teklifimizi kabul edin, üzerine bankadan üç yüz bin lira çekin, biz size başka yerden sıfır daire bulalım. Hem size daha ucuza gelir.”

Şu aralar Bayraklı’da inanılmaz bir “hayalet daire” alışverişi var.

Peki bu daireleri kimler alıyor? Onu da yazayım. Aralarında üç beş kendini uyanık sayan, taşra kafalı cahil yerel müteahhit var tabii. Ama inanın iş başka. Bir ya da iki “ağa” var bence. Ve bence bunlardan biri pek İzmir gündemine gelmeyen oldukça sinsi bir grup. Bu grup depremden beri epey ilgili Bayraklı ile.

Bayraklı’da “çaktırmadan” bir “nüfus değişimi” var. Demedi demeyin… CHP yönetiminin, önümüzdeki yerel seçimleri şimdiden düşünmesi gerekiyor. Ama bunun için önce “bilgi sahibi” olmak lazım.

Demedi demeyin, ileride “Bayraklı” adı da değiştirilmek istenebilir. Bu konuda “bir şey mi” duydum? Vallahi bilmem, belki de duymuşumdur. Sonuçta sadece “klavye başında” oturup “140 karakterle” ahkâm kesmiyorum!

***

CANIM MESLEKTAŞLARIM SEÇİME GİDİYOR

Benim gazeteciliğim “yazmaya” değil “konuşmaya” dayalı. Televizyon habercisiyim ben yani. Benim İzmir Gazeteciler Cemiyeti üyesi olmamı da Atila Sertel sağladı. Sertel’in cemiyet başkanlığı döneminde ben de üye oldum. Pek cemiyet işlerine karışmam. Balolara, tatillere de gitmem. Mesleğimi “tek başına” yapan, yaparken de “denge, taraf, siyaset” bilmem. Yazılı basın geçmişim de Süleyman Gençel sayesinde olmuştu. Haber Ekspres’te köşe yazarlığımla başladı.

İsmail Sivri, Erol Akıncılar, Atila Sertel ve Misket Dikmen dönemlerini biliyorum sadece. Ama “cemiyet tarihi” konusunda bilgim var.

Misket Dikmen’in görev süresi doluyor ve 10 Haziran’da hooop hep beraber “oy vermeye” gideceğiz. Üç aday var ve üçü de dostum, sevdiğim meslektaşlarım. Meslektaşlarımın hepsi de “başkan” olsa yakışır. Murat Attila, Mustafa Yılmaz ve Dilek Gappi “başkan adayları”. Listelerini yaptılar, şimdi kendilerini anlatıyorlar her platformda.

Benim derdim ne peki?

Mesleğim. Burnumda tüten ekranım. Her adayın her satırını okuyorum.

Ama İzmir’in o eski “güzel” günlerini de her satırda hatırlıyor, kahroluyorum. Kanal 1, Sky, Ege Tv, Yeni Tv, İzmir Tv ve buralarda çalışan yüzlerce idealist gazeteci. Size iki örnek vereceğim şimdi. Bugün İstanbul ekranları, hem de alayı, bizim İzmir’deki “yerel ekranlarımızın” yakınına ulaşamaz. Kanal 1 Haber Merkezi, tek başına, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrencisi Serkan Eroğlu’nun ölümünün intihar değil cinayet olduğunu kanıtlamıştı. Bunu en iyi sevgili kardeşlerim Mahir Dinç ve Başak Kaban hatırlar. Ege Haber Merkezi ise, Mithatpaşa Meslek Lisesi yangınındaki “sabotajı” yakalamıştı ki bunun da başarılı gazetecileri sevgili kardeşlerim Asiltürk Kılıç ve Hakan Kocahal’dır. İzmir’den İstanbul’a giden gazetecilerin İzmir’e nankörlüklerine de dünya kadar “örnek” yazarım. Ama nedense uzun zamandır hep “İstanbul kalemşorları ve ekran adamları” İzmir’e “ödül” almaya geliyor.

İzmir basın tarihine baktığımızda, Babıali’yi İzmir’in nasıl beslediğini de görürüz de unuttuk.

Yeni yönetim seçilsin. Hepsi benim can arkadaşım ve hepsine yürekten başarılar. Benim istediğim, dilediğim tek bir şey var: Allah aşkına İstanbul’u hiçbir konuda örnek almayın. İzmir’in İzmir’deki her yaştan gazetecileri İstanbul’u her alanda cebinde çıkarır.

Lakin ihtiyacımız sadece “bir olmak”!