Partili Cumhurbaşkanımızın geçtiğimiz hafta sosyal medyayla ilgili yaptığı bir konuşma gündeme oturdu. Özetle şöyle diyordu; “'Dezenformasyon sadece bir milli güvenlik meselesi olmasının ötesine geçerek, küresel bir sorun halini almıştır. Etkili bir denetim mekanizmasının olmadığı bu mecralardan yayılan bu tarz haberler sebebiyle milyonlarca insanın hayatı karartılmaktadır. Sosyal medya demokrasi için ana tehdit kaynaklarından biridir.”

Şaşırdık mı? Hayır. Nitekim kulağını ve gözlerini saraya dikmiş emniyet ve adalet mekanizması da hemen durumdan vazife çıkartarak, sokak röportajları yapan, halkın sesine kulak veren üç Youtuberi gözaltına alıp, adliyeye sevketti. Sonuç ev hapsi. Yani (bundan sonra mikrofonu halka değil hane halkına tut) diyorlar.

Mikrofonlar Türkiye'de değil de örneğin Finlandiya veya Danimarka'da sokağa çıksaydı Başbakanları Sanna Marin ya da Thorning Schmidt şöyle demez miydi?; “Sosyal medya hiçbir zaman milli güvenlik sorunu olmadığı gibi küresel bir sorun da asla olmamıştır. Halkımız bu röportajları ilgiyle izlemekte, ülkenin gerçek sorunları hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Sosyal medya demokrasinin en önemli ayaklarından biridir. Olsa olsa tek adam rejimleri için bir tehdit kaynağı olabilir.”

Ama burası Türkiye. Halkımız olan biteni nereden öğrenecek? Medyanın neredeyse tamamı iktidarın elinde. Muhalefet 3 buçuk gazete, 3 televizyonla gerçekleri anlatmaya çalışıyor. Gazetelerin toplam tirajı 84 milyonluk ülkede 2 milyon bile değil. Muhalif basının tirajı 300 bin civarında. Yalaka tetikçi basın ise elindeki olanakları sonuna kadar kullanıyor. Bakın son 15 günde bu utanmazların birinci sayfalarındaki haber başlıklarına; “Bütün mazlumların elinden tutuyoruz.” “Yeni yılda petrol rekoru”. “İhracat tırlarımız kuyruk oldu, kapılara sığmıyoruz”. “Türkiye savunma ürünleriyle Ortadoğu ülkelerini fethetti”. “İş dünyasından güven mesajı, yeni modele tam destek”. “Batılı şirketler rota değiştirdi. Siparişler Çin yerine Türkiye'ye”. “'Asgari ücret 14 yıldır 300 doların üzerinde”. “Ekonomi büyüyecek refah yaygınlaşacak”. “Avrupa'nın en güçlü büyümesi”. “Bakandan müjde üstüne müjde”. “En kapsamlı sosyal güvenlik sistemi bizde”.

Daha neler neler. Bu başlıkları gören Avrupa bizi nasıl kıskanmasın? Hal böyle olunca halka mikrofon tutmanın alemi var mı? Ne diyor halk mikrofonlara?

Evin erkeği, “işsizim, geçinemiyoruz” diyor. Evin kadını “çocuğumu doyuramıyorum” diyor. Evin çocuğu, “tek hayalim sıcak bir yatakta yatmak” diyor. Üniversiteli genç, “barınamıyorm” diyor. Çiftçi, “gübre, mazot, ilaca gelen zamlar bizi perişan etti, traktörüm icralık” diyor. Esnaf, “böyle giderse dükkanı kapatacağım” diyor. Memur, emekli “ay sonu gelmiyor, kartlarımı ödeyemiyorum” diyor.

Onlar böyle söyledikçe demokrasi tehdit (!) altına giriyor.

Aslında insanlar sokakta kendilerini ifade ediyorlar. Öfkelerini, mutsuzluklarını özgürce dile getirmek istiyorlar. Dertlerini anlatıyorlar.

Vatandaşa mikrofon tutmanın suç sayıldığı kaç ülke var yeryüzünde?

Bir iktidar halkın şikayetlerini dile getirmesinden rahatsızsa, sıkıntı duyuyorsa, bunları önleme yoluna gidiyorsa, suyu ısındı demektir. Artık valizleri toplama zamanı gelmiştir.

Mikrofonlara yansıyan sesler en kısa zamanda sandıklara da yansıyacaktır.