Yergi, satir, hiciv diye de bildiğimiz “taşlama” toplumun, erkin, düzenin bozulmuşluğunu, kirlenmişliğini, yozluğunu eleştirir, iğneler, alaya alır; bunu şiire, yazıya taşır.

Günümüzde “yergi” sözcüğüyle karşılanan hiciv yerine, genellikle halk yazınında “taşlama” terimi kullanılır. Yazınımızda Nefi, Nabi, Şeyhi, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Süruri, Namık Kemal, Rıza Tevfik, Ziya Paşa, Neyzen Tevfik, Fazıl Ahmet Aykaç, Halil Nihat Boztepe, Hüseyin Rifat, Aziz Nesin, Can Yücel, Ümit Yaşar Oğuzcan… gibi şairler taşlama şiirleriyle de tanınır, bilinir, sevilir.

Agâh Sırrı Levent bu konuda şu yorumu yapar: “Yanız dokunmakla kalmaz, yerine göre tırmalar, yaralar, sataşır, saldırır. Sertliği ve acılığı oranında kırar, sövmeye dek varır. Ancak sövmede bile bir incelik bulunabilir.”

Taşlama şiir deyince kuşkusuz akla gelen adlardan biri de Mukadder Özakman’dı. İlk taşlaması "Kendime Hicviye", 1965 yılında "Pardon"'da çıkar.

1967’den sonra Akbaba dergisinde 10 yıl boyunca, yaşamın çarpıklıklarını gülmece yoluyla gözler önüne serdi. Sonraki yıllarda Ustura, Gırgır, Çivi, Gıcık dergileri ile Demokrat İzmir, Ekspres, Dünya, Yeni Asır gazetelerinde de yayımladı taşlamalarını.

Mukadder Özakman’ı durup dururken anmadım. Sevdiğim, saygı duyduğum, taşlama şiirlerini kendine özgü sesi ve yorumuyla alkışladığım bir ağabeydi. Geçen hafta sessizce ayrılıverdi aramızdan, iki taşın arasındaki yerine konuşlandı! Bir kez daha eksildik!

Mukadder Özakman ölmeden önce mezarını yaptırmış, mezar taşına da kendine özgü dizeleriyle şunları yazdırmıştı:

Ömür gelip geçiyor öğrenmekle, bilmekle;

Ya bir güzel sevmekle, ya ağlayıp gülmekle…

Ardımdan denilmesin, “Hiç yapıt bırakmadı!”

Mizahımı yaptım ben bu dünyaya gelmekle…

1966 yılında Çağdaş Yayınevi’nin yayımladığı “Genç Ozanlar Şiir Antolojisi”nin yarışmasında Mukadder Özakman’ın Aşk Senfonisi şiiriyle birincilik ödülünü aldığını, bu seçkiyi bana İzmir’e geldikten sonra hediye eden Okan Yüksel dostumdan öğrenmiştim. O seçkide benim de bir şiirimin yer aldığından yıllar sonra haberim oldu. Elbette dönemin genç şairi Okan Yüksel’in de…

Dumansızlar Öbeğimizin de katılımcılarındandı Özakman. Taşlama şiirlerinden bir kaçını okutmadan salmazdık onu. Vefa İstasyonu’nun da 23 Mart 2018’deki konuğu olmuştu.

Yazar dostum Selçuk Oğuz, Özakman’ın ardından şu sözleri paylaşmıştı bilgi sunar ortamında: “Mukadder Ağabey bu defter senin için… Senin için Kemeraltı’na indim birlikte gezdiğimiz yerleri gezdim. Yemek yediğimiz lokantaya senin için uğradım. Seni andım hep. Şimdi dedim Mukadder Ağabey olsaydı amma kızardı. Kızacak bir neden olmasa da bulurdu. Sonra Kemeraltı’nda “Şerefsizlerrrr” diye bağırdığın alana gittim. Burada bağırmış ulu orta sövmüştü, dedim. İyiliklerini de andım. Canım çok sıkkındı bugün yine. Her şeyi unuttum. Kötü, çirkin, acı… olan ne varsa, birlikte yaşadıklarımızı gülümseyerek andım. Sonra oturup senin için ağladım.

(…) Osman Akbaşak aradı ‘Selçuk, Mukadder Ağabeyi kaybettik’ dedi. Anlamadım. ‘Ne!’ ‘Mukadder Ağabey yaşamını yitirmiş!’

Kemeraltı’na girdim, insanların arasına karıştım ve ağladım. Senin için aldım sonra bu defteri. Kemeraltı’ndan çıkıp Konak İskelesi’ne yakın deniz kıyısına indim. Seni andım ve senin için yazdım. Benim deliboran küçük dev Ağabeyim.”

Özakman’ın Ustura Dergisinde Temmuz 1969’da yayımlanan “Amerika I Love You” şiirinden bir dörtlüğü paylaşarak, onu gülerek analım:

“Ekmekte unumuzsun / Naylondan donumuzsun / Televizyonumuzsun. / Amerika I love you!”

Yıldızlar yoldaşı olsun.