Bugün siyaset yazmayacağım. Biraz psikolojinin derin sularına dalalım.
Yıl 1973. İsveç'in başkenti Stockholm. Şehrin ana caddelerinden birindeki bir banka şubesi Jan Eric Olson liderliğindeki silahlı bir grup tarafından basılır. Soyguncular bankada bulunan dört kişiyi rehin alırlar. Bankanın etrafı kısa sürede yüzlerce polis tarafından çevrilir. Soyguncularla polis arasında kıyasıya bir pazarlık başlar. Pazarlıklar tam 6 gün sürer. Altı gün bu, kolay değil. Rehinelerden biriyle Jan Eric Olson arasında duygusal bir ilişki yaşanmaya başlar. Polisle telefonla görüşen rehine Kristin Enmark “Bizim asıl korktuğumuz polis. Biz burada iyi vakit geçiriyoruz” der.
Altı günün sonunda soyguncular teslim olmaya karar verirler. Ne mi olur? Rehinelerden hiçbiri soyguncular aleyhinde tanıklık yapmaz, hatta soyguncuların savunması için aralarında para toplarlar iyi mi?
Bu kadarla da kalmaz; Soyguncular iyi halleri de göz önüne alınarak sekizer yıl hapse mahkum olurlar. Rehine Kristin Enmark olay sırasında nişanlıdır.
Nişanlısından ayrılır, sekiz yıl bekler, Olson'la evlenir Tayland'a yerleşirler. Olay şarkılara konu olur, onlarca film yapılır.
Psikiyatr Mills Bejerot olayı inceler. Sebeplerini, sonuçlarını araştırır, sonunda “Stockholm Sendromu”nu ortaya koyar.
Bejerot'ya göre sendrom, insanın kendini zora sokan, üzen koşulları benimsemesi, savunması ve bu koşulları yaratan nedenleri görmemesi ezenin yanında yer alması olarak tanımlanıyor. Sendromda sürekli şiddeti yaşamanın bir sonucu olarak kurbanlar saldırganla özdeşleşmeye, hayatta kalma stratejisi olarak onun için hareket etmeye başlıyor.
Burada şiddet uygulayanın ilk hedefi kurbanı köleleştirmek. Amacına, kurbanın hayatına her alanda despotça bir denetim kurarak ulaşıyor. Ancak salt boyun eğme onu nadiren tatmin ediyor. O aslında suçlarını haklı göstermenin psikolojik ihtiyacı içinde. Bunun için de kurbanının onayına ihtiyaç duyuyor. Bu sendromun ortaya çıkmasının temel nedeni ise hayatta kalma içgüdüsü. Dış dünyadan tamamen soyutlanan kurban, ihtiyaçları için kendisine baskı yapan kişiye bağımlı olduğunu hissediyor. Saldırganın yaptığı küçük iyilikler kurbanın gözünde büyüyor. Kurban zamanla onun yaptıklarına hak vermeye başlıyor. Stockholm Sendromunun ortaya çıkışı 1970'li yıllar ama bakın yaklaşık bin yıl evvel Ömer Hayyam olaya tanısını koymuş bir şiirinde. Şöyle başlar Hayyam'ın şiiri;
“Celladına aşık olmuşsa bir millet,
İster ezan ister çan dinlet.”
Devamını yazmayalım. Bugün siyaset yazmayacağıma söz vermiştim