Şimdilerde savcılar durumdan vazife çıkarıyorlar. Cumhurbaşkanı'na hakaret gerekçesiyle açılan davaların bir çoğunda savcıların imzası var. Telefon dinlemelerinden, dudak okumalarından bile hakaret suçuyla dava açıyorlar.
Sayıca büyük artış olsa bile konu ilk değil. Biz 12 Eylül döneminde Kenan Evren televizyonda konuşurken, köy meydanında davul çalan vatandaşın, Devlet Başkanı'na hakaretten savcılıkça takibata uğradığına da tanık olduk.
Daha eskilere gidersek İzmir Bornova Savcısı'nın, Bornova Asliye Mahkemesi'nde, Atatürk'ün Bursa Nutku'nu okuyanların, halkı kanunlara karşı gelmeye teşvik ettiği iddiasıyla dava açmasını yaşamıştık.
Savcıları bu zorlu görevleriyle başbaşa bırakıp, her dönemde polemik konusu olan Atatürk'ün Bursa Nutku'nu şöyle bir hatırlayalım.
Yıl 1933... Camilerde Ezan'ın türkçe okunması kabul edilmiş, Mustafa Kemal, Bursa minarelerinden yükselen Türkçe Ezan'ı dinledikten sonra İzmir'e gitmiştir. İzmir'de de huşu içinde türkçe Ezan'ı dinleyen Paşa'ya Bursa'dan üzücü bir haber gelir. Buradaki camilerde Ezan, tekrar arapça okunmaya başlanmıştır.
Bursa'da gericiler ani bir çıkış yaparak ildeki bütün minarelerden arapça ezan okunmasını gerçekleştirmişlerdi.
Mustafa Kemal çok içerlemiştir. İzmir'de onuruna verilen baloya gitmez. Hışımla; "Bursa'ya gidiyoruz" diye bağırır.
Suçu, gericilerin cesaretinden çok, yönetimin gevşekliğinde ve gençliğin ilgisizliğinde bulur... Ancak Bursa'ya geldiğinde olayın çok geniş kapsamlı olmadığı anlaşılır. Paşa, yine de yapılanları din reformuna karşı bir başkaldırı olarak görür. Öfkelidir. Çelik Palas'ın bulunduğu bölgedeki köşkte yerel yöneticilerle buluşur. Bu kişilerden biri olayı yumuşatmak amacıyla; "Efendim! der, Bursa Gençliği bu olayı hemen bastıracaktı. Ne var ki polisle, adliyeye olan güveninden ötürü... Paşa bir işaretle onun sözünü keser, "Bursa Gençliği de ne demek?! Ülkede parça parça, yer yer gençlik yoktur! Sadece toplu olarak Türk gençliği vardır!"
Devamı ise tarihe "Bursa Nutku" olarak geçer;
"Türk Genci devrimlerin sahibi ve bekçisidir! Bunların gerekliliğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır! Rejimi, devrimleri benimsemiştir! Bunları zayıf düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı, bir kımıltı işitti mi, buna ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen atılacaktır! Polis gelecektir, asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç; 'Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir' diye düşünecek, ne var ki asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Yine de düşünecek 'Demek adliyeyi düzeltmek, rejime göre düzenlemek gerek!' diyecektir. Onu hapse atacaklar, kanun yolundan itirazlarını yapmakla birlikte, bana, İsmet Paşa'ya ve Meclis'e telgraflar yağdırıp suçsuz olduğundan tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek, diyecek ki; 'Ben inanç ve kanatimin gereğini yaptım. Karışmamla davranışımda haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı oluşturan nedenle etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.'
Paşa, gözlerini sofradakilerin gözlerinde dolaştırır, "İşte benim anladığım Türk genci ile Türk gençliği!" der.
İşte zamanın Bornova Savcısı'nın beyhude meşgul olduğu Bursa Nutku'nun hikayesi kısaca böyle. Aslında muhterem savcı, Atatürk'ün Büyük Nutku'nu ve oradaki gençliğe hitabesini yeterince kavramış olsaydı, tarihe böyle bir saçmalıkla geçmeyecekti.