Lütfü Dağtaş’la, Tarık Dursun K.’nın bir süre yaşadığı Eşrefpaşa’nın; Yapıcıoğlu, Mumcu Kahvesi, Ali Reis, Patlıcan Yokuşu, Deveçıkmazı Boynu mahallelerini gezmiş, onun izini buralarda aramaya çalışmış, dizimizin ilk başında bunu anlatmıştık. “Tekke'yi geçtin mi sağdaki ilk çıkmaz sokakta yan yana dört ev vardır. Biri bizimdi o evlerin”(Gavur İzmir Güzel s.39) dediği evi bulalım demiştik. Heyhat boşa çaba! Sorduğumuz insanların hiç birinin bundan haberi yoktu. Nüfus değişmiş, “…Fenerci Mehmet Ağa, kızları Kifayet, oğulları Şuayip, Mesaadet Abla, Rabia Hanımteyze, Boşnak Paşo …” gitmiş yerini başkaları almıştı.

Evi bulamamış ama Mumcu Kahvesi’ne uğramış, Körfez’e karşı havuzlu bahçedeki fıskiyeden nazlı nazlı akan suyun sesini Tarık Dursun gibi dinlemiştik. Tarık Dursun, yaşadığı yere gönül bağı ile bağlı biridir çünkü. O yüzden kolay unutmuyor. Uzun yıllar elbette başka yerlerde de yaşamasına karşın buraları unuttuğu söylenemez. Yapıcıoğlu, onun ilk göz ağrısıdır çünkü. İzmir’e gelişlerinde oraya illa ki uğrar: “...Bir süre dururum çıkmaz sokakta. Bulamayacağımı, göremeyeceğimi, kavuşamayacağımı bile bile üstelik. Bu, acı verir yüreğime.” (Age. S. 40)

Gezimizin bir sonraki haftasında yine o semtlere yakın bir yerdeydik, Damlacık semtinde.

Lütfü Dağtaş fotoğraf çekecek; bana, yazıyla fotoğraflara eşlik etmek kalacaktı. Dağtaş’la, 2017 yılı olmalıydı buraya gelmiş, alttaki tünel kazısından duvarları çatlamış, çatısı yıkılmış ve artık kimsenin korkudan oturmadığı evlerin fotoğraflarını çekmiştik. Koca semt bir hayalet gibiydi; boşalmış evler, boş sokaklar… İleride elimizde tarihe not düşecek bir kanıttı bu…

Oysa ben bu semte daha önceleri de gelmiştim. Yeşilyurt’taki akrabamızın yanında ortaokulu okuduğum 1960’ların sonlarıydı, belki 1969. Damlacık semtinin hemen yanı başındaki Eşrefpaşa pazarı epey nam salmıştı o yıllar.

Filesini kapan pazara giderdi. Pazar; hem ucuz, hem de bir gezinti bahanesi olmalıydı…

Şimdi hatırlıyorum, otobüslere dolu pazar çantalarıyla binilir, içerde bilet satan biletçiden bilet alınırdı. Beni de pazar filelerini taşıyan olarak yanlarına alırdı aile. Bayramyeri’ndeki Saat Kulesi’nin çaprazında şimdi Dr. Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi olan yerde, birkaç metre çukurda yapıların olduğu aklımda kalmış. Sonra Ahmet Piriştina zamanında o yapılar yıkıldı şimdiki kültür merkezi ve nikâh salonu yapıldı.

Damlacık semti ise yokuş aşağı Konak’a inerken yolu kısaltan bir semtti. İnerken eski konaklar önlerinden geçenlerde hayranlık uyandırmaya yeterdi. Bir de aklımızda kalan Metin Oktay’ın bu semtli olmasıydı. Yamaç bir semt nasıl büyük bir futbol adamını çıkarırdı? Hangi saha ve uygun zemin buna vesile olurdu vallahi çıkarabilmiş değilim? O günkü çocuk aklımla bunu çıkarmam elbette mümkün değildi, şimdi pazar yerinin kurulduğu Roma Yolu’nun geçtiği kısmın altında bulunan büyükçe parkı gördüğümde pekâlâ bu kısmın gençler için bulunmaz bire nimet olduğunu kestirebiliyorum. Demek ki o yıllar burası pekâlâ bir futbol sahası idi en azından. Şimdi gene o park yerinde duruyor. Metin Oktay anıtı yer alıyor burada. Gerçi bir şehidimizin adı verilmiş ama Metin Oktay Parkı olarak söyleniyor. Daha sonra semtin merkezinde yer alan 'Damlacık Spor Kulübü-Metin Oktay Tesisleri' yazan binadan içeri girdiğimizde kulübün kalabalık genç öğrenci sayısına sahip olduğu ve çalışmaların da hemen yandaki parkta yapıldığı bize söylendi. Ne güzel!

ESKİ VE BAHTSIZ SEMTLER

Bir parantez açalım:; Eski semtler bahtsız semtlerdir aynı zamanda. ‘Görünmez Kentler’ kitabında denildiği gibi; “… Farklı kentlerin bazen aynı zemin üzerinde  ve aynı ad altında bir birini izlediklerini, birbirlerini hiç tanımaksızın, hiç iletişim kurmadan doğup öldüklerini sakın söylemeyin onlara…”

Doğup ölmek! İnsan da olduğu gibi kentlerde ve semtlerde de mümkün bir durum bu. Çağın gerçeği ne yazık ki… Bakın Basmane’ye, Eşrefpaşa’ya… Dünyada da böyle semtlerin,  bilinçli bir koruma olmaz ise ‘ çöküntü’ denilen, son yıllarda çok kullanılan bir kavramla karşı karşıya kaldığını biliyoruz. Eski sahipler buraları terk ediyor, yerlerini ise kentin çeperlerinden ya da doğrudan göçle başka kentlerden gelenler dolduruyor. Bu sosyolojik durum kısmen yakın tarihin cilvesi. Bir de daha eskilere dayanan bir durum var: Yaşar Aksoy’un ‘Bir Kent İnsan’ yapıtında anlatıldığı gibi, İzmir’in; 1800’lü yıllarda nerdeyse ikiye ayrıldığı, gayrimüslimlerin kıyıya yakın Alsancak, Güzelyalı’da,  müslüman kesimin ise Kadifekale, Basmane, İkişçeşmelik, Eşrefpaşa gibi semtlerinde kaldığı belirtilir. “Gavur İzmir” denilen kıyılar ne kadar gösterişliyse, Türk İzmir o kadar sönük ve kasvetli(ydi)” dir.

Sonra devir değişir, araya 1922 yılı girer, Türk İzmir’deki aileler ticarete atılır ve onlar da kıyılara ‘göç’ eder, adeta sınıf atlar. Böylece Basmane’nin, Damlacık’ın eski, kendine göre ihtişamlı konakları bir başına kalır o eski yerlerinde… Bugün eski semtlerde gördüğümüz ve hepsinin bakıma ihtiyaç duyduğu yapılarının kader çizgisi işte bu yol haritasında gizli, dense yeridir. Tabii Damlacık’ın bir başka şanssızlığı da altından koca bir tüneli geçirmek olmuştur.

METİN OKTAY'IN AYAK İZLERİ

Yıllar sonra hayranlıkla ruhunu ve ayak izlerini Damlacık’ta aradığım  Metin Oktay’ın heykelini Konak Belediyesi’nin yaptırması söz konusu olduğunda eski bir dostla karşılaşmanın hüznünü yaşamıştım. Şehre, bu şehrin spor imgesinde önemli bir yere sahip birinin heykelini yaptırmak… Üstelik de bunda benim de payımın olması… Benim aynı zaman da gençliğimin, İzmirli oluşumun da tarihiydi Metin Oktay… Uzun hikâye! Heykel yaptırıldı sonunda (Uzun öyküyü isteyen benim ‘Benim Büyülü Semtim Hatay’ kitabında okuyabilir). Fakat bu çağın ironisine bakın ki, Metin Oktay heykeli için Damlacık’ta uygun yer bulunamadı. Bilmem, semtine özlem duyuyor mudur? Bizi bağışlasın Oktay, şehirlerimizin kimliklerine sahip çıkamadığımız için… Şimdi heykel, Bahçelievler semtinde bir parkta… Her önünden geçişimde gözlerimi o tarafa çeviriyorum, iyi bir spor adamı olduğu kadar demokrasiye sahip çıkan biri olduğu için de başımla onu selamlıyor, saygımı gönderiyorum. Evet, Damlacık şimdilik bu kadar… Ama daha anlatmadığımız, cemaati kalmadığı için camisi var, semtin hemen merkezinde yer alan Mum Baba türbesi var.

Galiba bütün metropollerdeki eski semtlerin başına gelen Damlacık’ın da başına geldi. Şehir gelişip büyüyor; binalar eskiyor, eski sakinler yeni prestijli semtlere göç ediyor ve o eski semt bir yetim çocuk gibi ortada kalakalıveriyor. Ama işin işte burasında yol arkadaşım Lütfü’nün söyleyecekleri var. Söyleyeceklerini ‘Tadımlık’ bölümünde özetledi.

SEMTİN ALTINDAN TÜNEL GEÇERSE

Şimdi bu semt ağır hasta deyim yerindeyse. Konak Tüneli buradan geçince pek çok ev bilindiği gibi hasar aldı; duvarları çatladı, kaymalar oldu ve dolayısıyla oturulamaz bir durum oluştu. Bu da insanların bu semti terk etmesine neden oldu. Evlerin çoğu el değiştirdi. Semtin eski yapısı değişti. Şimdi bu evlerden dokuzu restore ediliyor. Umalım ki bu çalışmalar devam etsin semt eski görkemli günlerine kavuşsun! Bu da yetmez Dağtaş’ın, ‘Tadımlık’ bölümünde okuyacağınız haklı ve yerinde önerisini biz önce özetleyelim. Damlacık, Barselona’daki Güell Park gibi içinde yeşilliği, tarihsel yapıları, kemerli yolları ve hatta belki bir müzesinin olacağı bir kamusal parka dönüştürülsün. Bu hem semte hem de İzmir’ in turizm yaşamına müthiş bir katkı olacaktır. Yazının Damlacık bölümünde son sözü yine Lütfü Dağtaş’a bırakalım: “Toplumsal belleklerimizin hızla yok edildiği tüm şehirlerimiz gibi İzmir de bundan payını aldı. Çağdaş yaşamın sunduğu olanakları toplum olarak bizlere sağlamaları gerekirken ufuklarının darlığıyla rantın bolluğu zeminindeki sarmallarında tüm bunları ıskalayanların yönettikleri geri bıraktırılmış ülkemizde hâlâ on metrekare büyüklükteki yerleri kazanabilir miyiz, hep bunun kavgasını veriyoruz, ne acı!”

Güell Parkı ve Damlacık

İzmir’i birlikte adımladığımız gazeteci arkadaşım, bu yazı dizimizin fotoğraflarını çeken Lütfü Dağtaş, bundan birkaç yıl önce yine 9 Eylül Gazetesi’nde, fotoğraf sergisi açtığı Barselona’dan dönüşünde izlenimlerini kaleme almıştı. O okuduğum izlenimlerinden birisinde ilgimi çeken; Barselona’nın ünlü Güell Parkı ile bizim Damlacık arasında kurduğu ilinti olmuştu. Şimdi Lütfü ile Damlacık’ı birlikte dolaşırken o yazısından alıntılar yapmamın yerinde olacağını düşündüm.

Pek çok insan gezilere gider, orada hem eğlenir, hem de yararlı gördüğü örnekleri kendi yaşamına örnek almanın yanı sıra çalıştığı kuruma, yönetici pozisyonlarında olanlara önerir. Pek çok defa bunu ben de yaptım, belediyelerde çalıştığım yıllarda, gördüğüm güzellileri önerdim. Peki, oldu mu derseniz, orası biraz tartışmalı.

İzmir’in biricik yeşil alan varlığı Kültürparkımızı öneren Suat Yurdkoru, Moskova’da görüp esinlendiği Kültürpark modelini Belediye Başkanı Behçet Salih Beye (Uz) önerdiğinde; karşısında dışa açık, vizyonu geniş bir muhatabı vardı. Şimdilerde her başkan böyle midir?Doğrusu net bir yanıt vermekte zorlanırım! Bu konuda ayrıcalıklı tuttuğum tek örnek, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’dir ve bence gerçek ‘efsane başkan’ nitelendirmesini hak etmektedir. Neyse örnek olarak adlarını telaffuz etmediğimiz başkanları pek üzmeden konumuzu sürdürelim.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında kentin orta yerindeki yangınlık alanının yeşile dönüşmesinde büyük katkısı söz konusu Suad Yurdkoru’nun yaptığının aynısını, Barselona izlenimleriyle ilgili dizi yazısını okurken Lütfü’nün yaptığını düşündüm. Lütfü, fotoğraf sergisi açmak için şubat ayı içinde gittiği İspanya’nın Barselona kentinde ünlü Güell Parkı’nı dolaşır ve bizim Damlacık ile arasında ilinti kurar. Barselona’daki Güell Parkı, ana hatlarıyla şöyle: Bu parkın oluşumunda Katalanların ünlü mimarı Antoni Gaudin’in imzası var. İşin başında, önde gelen bir zengin başlatmış projeyi ama kaynak yetmeyince yarıda kalmış. Zenginler için toplam 40 adet villanın yapılması öngörülürken ancak üçü bitirilebilmiş. Güell Park, yüksek bir tepelikte kurulu ve kenti üstten görüyor. Deniz ise hayli uzakta. Ama Güell Park’ın ünü küresel ölçekte öylesine yaygın ki, Barselona’ya ayak basan her turist bir gününü burayı görmeye ayırıyor. İçeri girerken Euro olarak ödenen bilet parasının dışında Gaudin’in çılgın mimarisinin özelliklerini yansıtan villalara girmek için de ayrı para veriliyor. Bilet kuyruklarında beklemek de işin başka yanı.

BARSELONA'DA ÖRNEĞİ VAR

Özetle; park, kentin gözdesi ve turistten geçilmiyor. Dağtaş’ın önerisi; Damlacık semtinin de Güell Parkı gibi yapılması. Çünkü arazi yapısı birbirine benziyor. Çünkü Damlacık ta eğimli bir toprak yapısına sahip, üstelik hemen bitişiğinde Roma dönemine ait büyük kesme taşlarla kaplı tarihi bir yol olduğu gibi duruyor. İşin trajikomik yanı; Kadifekale ile Kalenin hemen altındaki antik tiyatroya uzanan bu yol üzerinde haftalık semt pazarı kuruluyor. Bölgede kazı işlemine geçilse toprağın altından Roma döneminin mimarisine ulaşılacak. Yani Güell’in eski yüzyıllara giden tarihi yok ama Damlacık’ın var!

Dağtaş, Damlacık’ın kent merkezine ve denize yakınlığını da bu avantajlara ekliyor. Başka? Damlacık’ın bir artısı da Metin Oktay gibi bir spor dünyasında ve ülke çapında tanınan bir şahsiyete sahip olması. O günlerin tanıkları şöyle bir özet yapıyorlar: “Metin Oktay, Alsancak Stadı’ndaki takım antrenmanından sonra bu parka gelir ve burada tek başına saatlerce şut eğitimi yapardı. Dolayısıyla Damlacık Parkımız, Metin Oktay’ın adıyla özdeşleşen bir parktır, ünlü futbolcumuzun anılarıyla yüklüdür.”