Ankara'da yaşıyorlardı...
Ailesinin kan davası sorunu vardı...
Baba tek oğlunu kurban vermemek için çare arıyordu.
Bir gün kucakladığı gibi otogara geldi, Samsun otobüsüne bilet aldı.
Yolculuk boyunca düşünceliydi...
Oğlunun canını korumak için aklına gelen çözümü uygulayacaktı.
Samsun'a geldi, oradakilerden Çocuk Esirgeme Kurumu'nun yerini sordu.
Öğrenince de sıkı sıkı kucakladığı yavrusuyla yola koyuldu, kısa sürede adresi buldu.
Ve oğlunu son kez öpüp kokladıktan sonra kapıya bıraktı, hızlı adımlarla da hemen oradan uzaklaştı.
Bir yandan da sicim gibi akan gözyaşlarını siliyordu. 
Ona göre "kanlıları" bundan böyle asla oğlunu bulamayacaklardı.

***

Hiçbir şeyden habersiz çocuk o yuvada büyüdü.
Anne-baba şefkatinden uzak...
En büyük aşkıydı futbol, koyu Beşiktaşlı'ydı da.
Bir başka ilgi alanı da fotoğraf çekmekti.
18 yaşına geldiğinde artık devlet korumasında değildi, yuvadan ayrılmak zorundaydı!
Yurtta kaldığı son gece çantasını hazırladı, arkadaşlarıyla tek tek vedalaştı.
Ertesi gün ne yapacağını bilmiyordu.
Sabah Samsun Otogarı'na geldi.
Dalgın dalgın yürürken İzmir'e gidecek bir otobüsü gördü...
Binmeye karar verdi.
Otobüsün en arkasında oturuyor, yaşamın bundan sonra karşısına neler çıkaracağını düşünüyordu.
İzmir'deydi, bir belediye otobüsüne bindi.
İlk kez geliyordu bu şehre. Konak Atatürk Meydanı'nda indi. Tarihi Saat Kulesi'ni, Valilik Binası'ni, Vapur İskelesi'ni hayranlıkla inceledi uzun uzun.
Küçük bir fotoğraf makinesi edinmişti.
Onunla fotoğraflar çekti.
Sonra bir otobüse bindi Güzelyalı'da bir durakta indi.
Amaçsız yürüyordu kaldırımda...
Gözü tek katlı hayli eski bir evin kiralık levhasına çarptı.
O tek gözlü ev bunda böyle 75 yıllık yaşamında tek sığınağı olacaktı. 

***
Semtin bir kahve ocağı vardı...
Oraya gidip gelmeye başladı...
Kolay ilişki kuruyordu sempatikliği sayesinde...
Orada Milliyet Muhabiri
Denizhan Güzel ile tanıştı.
Denizhan çektiği fotoğrafları görünce onu çalıştığı gazeteye götürdü.
Çok sevinmişti...
Ne iş olsa koşturuyordu. Hafta sonları maçlarda çektiği fotoğrafları da gazetede yayımlanmaya başlamıştı.
Müthiş keyif almaya başlamıştı spor muhabirliğinden...

***
Uzun yıllar çalıştı gazetede...
Emekli bile olmuştu.
Herşey yolunda giderken bir gece ağrılar içinde kıvranmaya başladı.
Ne olduğunu anlayamadı.
Sabah hastaneye gitti, tetkikler, tahliller...
Ve kötü haber; karaciğeri iflas etmişti...
Çalışacak durumda değildi artık...
Meslektaşlarından Ali Ergöçmez  ve Esat Erçetingöz 
durumundan haberdar olunca o tek gözlü evden Büyükşehir Belediyesi Eşrefpaşa Hastanesi'ne yatışını sağladılar...
Sonra özel bir bakım evine naklini... 

**
Hafta başında Türkiye Spor Yazarları Derneği ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti 'nden bir mesaj;
"Meslektaşımız
Recep Doğan'ı kaybettik..."
O bir ömür tek başına yeten...
Yalnızlığına kafa tutan Recep Doğan'ın cenazesi kalabalık bir katılımla kaldırıldı.
Sessiz, sakin Recep son yolculuğuna çıkıyordu.

***
Usta Yazar
Vedat Türkali, edebiyatımızın klasiklerinden, eski devrimci Kenan'ın öyküsünü romanlaştırdığı kitabına
"Bir Gün Tek Başına" ismini koymuştu.
(1974'te yazdığı roman,
27 Mayıs 1960 darbesi öncesini anlatır,  ödüller de kazanmıştır.)
Recep de bir ömür tek başınaydı.
Nasıl diyordu "Şöyle Garip Bencileyin" de Yunus Emre?;

"Nice bu dert ile yanam
Ecel ere bir gün ölem
Meğer ki sinimde bulam
Şöyle garip bencileyin

Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin..."