Elbette belgesiz de olmaz. Aksini yapar, yalnızca aşmaktan, taşmaktan, gaz verip almaktan medet umarsanız, karşı çıktığınızın ekmeğine yağ sürersiniz. Böyle bir tutumun ilk sonucu, haklı iken haksız duruma düşmektir. Daha vahimi ise, mücadelenin içinin boşaltılması, onca çabayla bir şeyler söylemeye ya da yapmaya çalışanların elinin zayıflaması ve haksızın yan gelip keyif çatarak, haksızlığını meşrulaştırmasıdır. Bu sonuçlardan hoşnut olmak için, ya kof bir dünya görüşsüzlüğüne ya da psikolojik bir soruna sahip olmak gerekir. Bu tuhaflığı engelleyecek olan –bir kere daha yazalım-“bilgi, görgü, duruş” donanımı ve tutarlığıdır.

Ne yazık ki okumuyoruz. Ne yazık ki, karşı olduğumuz şey hakkında, hâlihazırdaki yazılı ya da uygulamalı gerçekliği bilmiyoruz. Var olanın ne olduğunu, neden sorunlara yol açtığını ve nihayet karşı çıkmak için, hangi bilgi ve belgeye sahip olmamızı ve yenilerini üretmek gerektiğini bilmediğimiz için, ya hamasetle ya da temelsiz itirazlarla yetiniyoruz. O yüzdendir ki egemen ve taifesi, kolaylıkla her şeyi ve herkesi bir yekûn içinde toplayıp, “istemezükçüler” olarak damgalıyor. Her eleştiriden bir mağduriyet yaratarak, bizzat yarattığı sorunların suçlusu olarak muhalefeti gösterip, itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Hal böyle olunca, yaşamını sürdürmek için konjonktürel ya da pragmatik olmaktan başka çaresi olmayan yığınları etkilemesi ve oy depolarına dönüştürmesi kolay oluyor. Kuşkusuz herhangi bir değer kalıbına uymayan, her türlü bilimsel ölçütü ve söylemi kolaylıkla hiçleştirip içini boşaltma konusunda engel tanımaz bir zihniyetten söz ediyoruz. Buna dair kılımızı bile kıpırdatmadan, bu vahim tabloyla başa çıkma sorumluluğunu başkasına yükleyerek, “muhalefete muhalefet” etmenin risksiz, bedelsiz ve asude bahçelerinde keyif çatmak, elbette mücadele literatüründe yer almıyor.

Bilgi özgürlüktür. Kendine güveni, gönül ferahlığını, samimiyeti, algı ve yorumu, sorunları anlamayı-anlatmayı kolaylaştırır. Bunu sağladığımız anda, habire durum saptaması yapmaktan, yakınmaktan ve karşımızdakine laf yetiştireceğim diye helak olmaktan kurtuluruz. Aynı sözcükleri kullanmanın, aynı şeylerden söz etmek olmadığını fark etmek, kurtuluşun ön sözüdür. Mücadelenin, sürekli onun alanında ve dayattığı gündemin peşinde koşmakla mümkün olamayacağını görmek için, aynı şeyleri bin kez yaşamak gerekmez. Hakkını teslim etmeliyiz ki, demagojiden kavram ve kafa karıştırmaya, hedef belirlediği kitlenin ruhunu okumaktan karşıtlarını her türlü enstrümanla baskılamaya, bin bir yol ve yöntemle toplum mühendisliği konusunda ‘uzmanlaşmış’ bir zihniyetle muhatabız. Sorunlardan yola çıkıp, salt o sorunların çözümüne dair itiraz ve önerilerden söz etmek, bilerek ya da bilmeyerek bu zihniyete yardım etmenin, alan daraltmanın ve büyük fotoğrafı görememenin itirafıdır. Kuşkusuz kitleler yaşamın pratiğinde, gündelik sorunlarının çözümünü bekler. Burada yurttaş ve toplum olmanın hak, yetki ve sorumluluklarından çok, 700 yıl bir ailenin tebaası olmanın genetiğiyle, ihsan ve lütuf beklentisi söz konusudur. Bu tam da, var olan zihniyetin bu ülkeyi dönüştürme hayallerine uygun bir beklentidir. Yapılması gereken, o sorunların kaynağına dair algı ve farkındalık yaratmanın, dahası egemen zihniyetin ideolojik teşhirinin ve bu ülkeyi bekleyen geleceğin anlatılmasının peşine düşmektir. Bu bağlamda, örneğin bir zamanlar burun kıvırılan ve “abartıyorsunuz” diye alay edilen “laiklik” kavramının, bugün tüm muhalefet cephesinin gündeminde ve söyleminde olması önemlidir.

Kanalla ilgili programda Ekrem İmamoğlu, söylemeye çalıştıklarımıza dair olumlu bir örnek sergiledi. İstediği kadar egemen zihniyetin sözcülüğüne soyunsun, dilediği kadar sözü ve içeriği çarpıtmaya uğraşsın, sözüm ona gazetecilerin tepetaklak olmasının birçok nedeni vardı. Bunlardan en önemlisi, İmamoğlu’nun konuya dair bilgi ve belge donanımıydı. Bu donanımın sağladığı özgüven, rahatlık, ne söylediğinden emin olma, kendi alanını ve dilini yaratma ferahlığıydı. Demagojinin ve çarpıtmanın, bilgi ve belgeyle desteklenmiş “çelebi söylem” karşısında, nasıl yıkılabileceğinin kanıtlanmasıydı. Çözüm odaklı bir duruşun, sulandırmaya izin vermeden gösterilmesi, kuşkusuz herkes için bir dersti. Yararlanılmasını ve örnek alınmasını dileyelim.