John Maxwell Coetzee’nin ünlü romanı ile Kavafis’in “Brecht tadı” taşıyan şiirinin ortak adını, bu yazının başlığı olarak seçmemin elbette nedenleri var. Coetzee, düşsel bir ülkedeki barbarların isyanının, dışardan gelen güçlerce ve büyük bir kıyımla bastırılmasını anlatırken; Kavafis, barbarları bekleyen bir ülkede yöneticilerin ve kaymak tabakanın teslimiyet hazırlıklarını ve halkın tedirginliğini, çarpıcı bir sona sahip büyük bir şiire dönüştürür. Romanda, barbar kim sorusu ön plana çıkarken, şiirde yöneticilerin halkı neyle ve niye korkuttukları sıkı sorulara ve yanıtlara dönüşür. İki yapıtı da klasiklere dönüştüren, dünya ve insanlık ailesine tutulmuş birer ayna olmasıdır.

Bugün korkunç bir lümpenliğin baskısı, tehdidi, bin belanın gelmesine ramak kalmanın tedirginliği ve korkusu altında ezilen bir dünyada yaşıyoruz. Cehalete ve şiddete sırtını yaslayan lümpen azgınlık, taktik olarak hem Coetzee’nin hem de Kavafis’in işaret ettiklerini sonuna dek kullanmaktadır. “Barbarları cezalandırıp özgürleşeceğiz” reklamı ile “Barbarların özgürlüğümüzü elimizden almalarına izin vermeyeceğiz” hamasetinin ortak noktası, yeryüzüne egemen olan sistem ile coğrafyalardaki işbirlikçilerinin tükenmişliğidir, çaresizliğidir, iflasıdır.

İster komplo teorisi deyin, ister şizofreniye beş adım sayın, insan düşünmeden ve söylemeden edemiyor. Dünya küresel salgınla canının derdine düşmüş, her gün yüzlerce insanın yürek paralayan çığlıklarla ölmesinin şokunu yaşarken, bu lümpen çapsızlığın derdi nedir ki, dünyayı bir savaş bataklığına sürüklüyor? Yoksa bu Covid-19 denen bela, başımıza musibet kesilmiş bu lümpenlerin yaratıp yaydığı, hepimiz onunla oyalanırken kendilerine alan açmak için tepindikleri bir “fırsat” mıdır? Buna hayır demek için, en az onlar kadar insansız ve insafsız olmak yeter.

Dünyanın başına bela kesilenler, asıl ölümcül olanı, umutsuzluk ve teslimiyet mikrobunu yeryüzüne yayarak, mide bulandırıcı bir yüzsüzlükle, çaresinin de kendilerinin olduğuna dair propaganda makinesini, kıyasıya çalıştırmaktadır. “Neo Ortaçağ” işte tam da budur.Bugün yepyeni bir sınavla karşı karşıyayız. Bu ölüm makinesi, bir yandan ötekileştirme, ayrıştırma ve kâfirleştirme yöntemiyle, aynı coğrafyayı paylaşan halkları, inançları, kültürleri, uygarlıkları birbirine barbar ve düşman ederken; bir yandan da istikrarsızlaştırdığı coğrafyalardan pay almak için, bezirgân pazarında dolaşan haramiler gibi birbirlerine silah göstermektedir. Uygarlıklar çökmüş, dünya mezarlığa dönmüş, değerler paramparça olmuş, insanlık insanlığından vaz geçmiş ne gam!

Bugün insanlığın binlerce yıldır biriktirdiği değerler ile silahlı kuvvetleri faşizmden, halkla ilişkileri yobazlık ve şovenizmden ibaret emperyalizm arasında, belki de nihai bir hesaplaşma yaşanmaktadır. Belagate, hamasete hiç gerek yok. Soru basit ve nettir: sizin kıtalar, denizler, ülkeler ötesi topraklarda ne işiniz var? Dilini, kültürünü, yaşama biçimini vaz geçtim ekmeğinin tadını bile bilmediğiniz coğrafyalarda fink atmanızın, haritalar değiştirmenizin, tarihi sıfırlayıp, korkunç katliamlarla kaynaklarının üstüne çullanmanızın gerekçesi ne? Oralardaki gericilikten, insan hakları ihlallerinden, insanlığa yakışmayan uygulamalardan mı yakınıyorsunuz? Peki, hem yakınıp, hem de sorumlularının sırtını sıvazlayıp, işleri bitince niye çöpe atıyorsunuz?

Cortezee ile Kavafis’i anımsayın. Onların işaret ettikleri gibi yanıt verecektirler, vermektedirler: “Barbarlığa karşı özgürlüğümüzü koruyoruz!” İşte bayraklarla ve kutsal kitaplarla, daha vahimi mükemmel bir cehaletin propaganda aparatlarıyla paketleyip, halklara ve coğrafyalara dayatılan yalan budur. Neo Ortaçağ, bu yalanlarını köken, inanç ve kan masallarıyla paralize olmuş yığınlardan, selden odun toplayarak ikbalini sürdüreceklerin hamhalat rüyalarından ve onların tedarikçisi omurgasız ruhsuzlardan güç alarak pazarlamaktadır.9 Eylül’ün 98. yılını, yine onurla kutlayacağız. Biz ortaçağ artığı barbarlara ve maşalarına karşı bu onuru elde ettik. Anlamak ve anlatmak, saçma sapan hamasetle, cıvık saptamalarla, bu yalanın parçası olmakladeğil, gerçeği Gazi Mustafa Kemal gibi görmekle mümkündür. “Yurtta barış, dünyada barış”, bu görüşün manifesto şiarıdır. Düşmanlık üstüne kurulmuş tümcelerle, 9 Eylül kutlanamaz. Onun adı barbarlaşmaktır.