“Çok kitap okudum bu zamana kadar. Ne bulduysam saldırırcasına okudum diyebilirim. Bunun en büyük nedeni, lisedeyken okuduğum Tutunamayanlar'ın etkisinden kurtulabilmekti belki de. Öyle geçmez bir acı ve derin bir yara bıraktı ki bende o kitap, bir kitabın açtığı yarayı ancak başka bir kitap kapatır diye düşünerek, umutla panzehir aradım okuduğum her sayfada. Olmadı… Okuduğum her kitap biraz daha delirtti beni, sonunda kafayı sıyırıp çıktım. Delirmişliğimin müsebbibi Oğuz’cuğum Atay'a selam olsun...” der ya hani Ali Lidar…

Hani şu “Tesirsiz Paɾçalaɾ” kitabının 166. sayfasında, “Ölüyoɾuz işte. Yavaş yavaş ölüyoɾuz. Ama bazı geceleɾ faɾkında olmuyoɾuz bunun…” diyen öğretmen, şair…

Gün, Oğuz Atay dostlar…

Tutunamayanlar’ın En Tutunamayanı, Geleceği Elinden Alınan Adam…

Oğuz Atay, şöyle der bir kitabında: Belki de sadece korkularım ayakta tutuyor beni. Geceleri beni uyandıran, her anımı büyük bir gerginlik içinde yaşatan şey; “O”, belki de ölüme karşı uyarıyor beni. Beni korkutarak bir bakıma yaşamaya zorluyor. “Neden yaşamalıyım?” sorusunu sormamı engellemek istiyor…

46 yıl önce, 13 Aralık 1977’de, henüz 43 yaşında, İstanbul’da ayrıldı aramızdan…

Son gecesi şöyledir Oğuz Atay’ın:

Bir dostlarının evindedirler. Oğuz Atay bir ara banyoya gider. Bir süre çıkmaz. Bir sessizlik olur. Dostları merak edip seslenirler “Nasılsın Oğuz?” diye…

Oğuz Atay, “Sevinmeyin, daha ölmedim!” karşılığını verir banyodan. Sonra yine bir sessizlik olur ve yine bir merak başlar. Dostları banyoya koşarlar, “Nasılsın Oğuz?” diye yine seslenirler. Bu defa ölmüştür…

“Sevinmeyin, daha ölmedim!”, Oğuz Atay’ın son sözleridir…

Ölümüne giden ve “Bana müsaade” diyebilecek kadar yorgunluğunu ise şöyle anlatır bir yazısında:

“Başkalarından ayrı hissettiğimi nasıl belirtsem? Kimse bilmeyecek... Hiç olmazsa mezar taşıma yazın: 'Burada insanlara başka türlü hayran olan biri yatıyor' Ne türlü? Bir bilsem, ah bir bilsem…

Bu duruma nasıl geldim? Neden bana yaşamasını öğretmediler? Neden bana, 'Bizden bu kadar gerisini sen bulup çıkaracaksın' dedikleri zaman isyan etmedim? Hayata atılmak gibi bir çılgınlığı nasıl yaptım? İnsanların dünyasına atılmayı nasıl göze aldım? Ben insan değildim ki. Yaşamadığım bir hayatın içine nasıl atıldım? Beni nasıl gürültüye getirip de bu soğuk bakışlı mimar gibi insanların karşısına çıkardılar? Onlar da bilemezdi: Görünüşümle insana benziyordum. Denemelerden geçmiştim. Onları aldatmayı başardım. Sonumu kendim hazırladım. Her an ne yapacağımı söyleyemezlerdi bana. Beni aldattılar; yine de suçluyum. İnsanların en verimli olduğu çağda tükendim. Her anı, ne yapmam gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum.

Bana müsaade…”

Saygıyla Usta… Sözden bir dünya kuran ve o dünyayı bize an be an hissettiren, okutan. Sevgi'yle, minnetle, özlemle…