Kentte mizah adına bir festival düzenlendi. Doğal olarak, Aziz Nesin de anıldı. Acaba çağrılsaydım ne söylerdim diye düşünüyorum. Bir şey söylememe gerek kalmazdı. O zaten yazacağını yazmış, duruşunu göstermiş, söyleyeceğini söylemişti. Aziz Nesin’i gereğince anmanın ve anlatmanın en iyi yolu, eğip bükmelerde kaybolmadan sözü ona bırakmaktır. Ben de öyle yapar, sözgelimi Ustadan şunları aktarırdım:
“Daha mahkemeye verilmeden ve daha sorguya bile çekilmeden, Devlet Başkanı bu dilekçeyi imzalayanları, aynı günde TRT’den üç kez yayınlanan Manisa’daki ünlü konuşmasında vatan hainliğiyle suçluyordu. YÖK Üniversitesinin fahri hukuk profesörü olan Devlet Başkanı, mahkeme kararına gerek görmeden iki binden çok Türk aydınını vatan hainliğiyle suçlayarak mahkum etmişti. Bir insanı, vatan haini görmekten daha aşağılayıcı ne olabilir? Devlet Başkanının bizleri vatan hainliğiyle suçladığından beri, ne yapmam gerektiğini düşünüp duruyorum. Susmam, kabul etmek anlamına mı gelecek? Yoksa korkak ve umarsız olduğum mu sanılacak? İnsan onuru için yaşıyorsa, kime karşı olursa olsun, onurumu korumak zorundayım.”
“Kısacası, beni Türk Ulusunun tanıklığı önünde vatan haini ilan ederek aşağılayan Devlet Başkanı Kenan Evren’i mahkemeye vereceğimi burada bildiriyorum. Dokunulmazlığının düşmesine dek yaşamım el vermezse, onu en yüce ve en yansız adalet yeri olan zamanın, yani tarihin yargılamasına bırakıyorum.”
“Bu dilekçeyi imzalayanlar arasında salt ulusal düzeyde değil, uluslararası düzeyde sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, bilimciler, hukukçular, eski bakanlar vardır. Bunlar “aydın” değillerse, Türkiye’de Aydın ilinden başka aydın kalmaz. Bu millete hükmetmek için aydın olmak gerekmez ki” sözlerine katılıyoruz. Hatta bugünkü siyasal görünüme bakılırsa, millete hükmetmek için aydın olmak değil, aydın olmamak gerekiyor. Çünkü gerçek aydınlar millete hükmetmezler, millete hizmet edeler; çünkü demokrasilerde hakimiyet milletindir.”
“Devlet Başkanı “Son padişah Vahdettin aydındır. Ama memleketi düşmanlara teslim etti. Ne yapayım böyle aydını!” diyerek, anayasal hakkımızı kullanarak dilekçe verdiğimiz için, vatan hainliğiyle suçladığı bizleri Vahdettin’e benzetiyor. Vatan hainliği zaman ve kişilerin değerlendirmelerine göre değişen bir kavramdır. Bir arkadaşımızın dediği gibi, Vahdettin’in aydın olup olmadığı tartışılabilir, ama devlet başkanı olduğu kesindir.”
“Yasalar her şeyden önce akla ve mantığa uygun olmalıdır. Yurttaşlar, sekiz-on yıl, hatta 23 yıl önceki ve zamanında suç sayılmayan yasal işlemlerinden dolayı kovuşturmaya uğrarlar ve cezalandırılırlarken, bu uygulamayı yapanların günümüzde yaptıkları işlerden ötürü eleştirilmelerinin bile yasaklanmasında akılcılık ve mantık olduğuna inanmıyorum, çünkü benim aklım var.”
“Bu savunmam salt mahkeme ve savcı için değildir. Asıl okumaları gerekip yararlanacakların okumalarını dilerim.”
18 Ağustos 1984 tarihinde ilk duruşması yapılan, 7 Şubat 1986'da tüm sanıkların lehine sonuçlanan “Aydınlar Dilekçesi” davasında, Aziz Nesin’in savunmasından bölümler okudunuz. Ben, tamamının okunmasını diler, aydın, demokrasi, barış, insan hakları, hukuk derken de yolumuzun Ustaya düşmesi gerektiğini belirtir, sözlerimi Emre Kongar’la bitirirdim: “Aziz Nesin, toplumsal sorumluluk bilinci çok gelişmiş bir yazardı.”
Yaşasaydı 100 yaşında olacaktı, yapıtları ve duruşuyla hep yaşayacaktır. Saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
Söylemeden duramam. Bir gün şu anmaları, festivalleri, buluşmaları, kısaca “etkinlikler”imizi de enine boyuna konuşsak mı? Ne dersiniz?