Peşinen yazayım. Daha çok yeni kaybettiğimiz, güzel yürekli gazeteci usta Bekir Coşkun’a ithaf ediyorum bu yazımı. Nûr içinde uyusun cennet bahçesi kabrinde diliyorum. Çünkü o halkını çok sevdi. Allah da yüreğinde gerçek insan sevgisi olanları harcamaz şeytani kulları gibi.

Gerçekten inanamıyorum.

Koca koca mevki makam sahibi insanlar geçtiğimiz gün “Gazeteciler Günü” kutladı.

Neymiş?

21 Ekim 1860’ta “Tercüman-ı Ahvâl Gazetesi” yayımlanmaya başlamış.

Yalan mı? Doğru.

Acaba ben mi yanlış biliyorum diye, kabaca araştırdım ki, hayır doğru bilgi. İmparatorlukta herkes gazete yayımlarken, Türkler de yayımlamak istemiş ve Agâh Efendi ile Şinasi tutmuş, binbir izin alarak “Tercüman-ı Ahvâl Gazetesi” çıkarmış. Yani “hâlimize tercüman” olalım misali.

Sene kaç? 1860.

Tanzimat-ı hayriye mi bilmem ama, “emperyalizmin” hafiften didiklemeye başladığı, sahte hürriyet rüzgârının esmeye çabaladığı bir devir. Tüm gayrimüslimler “aydınlanırken,” karanlığın dibinde yaşayan dedelerimizin iyi niyetli bir çabası anlayacağınız.

İyi de, aradan geçmiş 260 yıl...

1860 ile 2020 arasında yaşamadığımız kalmamış.

Tekrar ediyorum koca koca mevki makam sahipleri, özellikle sosyal medyada resmen aklımızla dalga geçmiş.

“İmdat, can kurtaran yok mu!” diye bağırasım geliyor, “İlk Kurşun” anıtı önünde.

Hayır, ciddi ciddi “Gazeteciler Günü” diyorlar ya, ne diyeceğimi bilemedim. Yüzlerce kutlama mesajı aldım. Vallahi bazı mesajları da “ironi” sandım.

Bir de üzerine adı “gazete” kendi “meçhul” ortamların, 260 yıl öncesini “kutlama” yarışına da tanık oldum ya, tansiyonumu zor tuttum çıkmasın diye!

Valiler, başkanlar, vekiller falan sıraya girmişler “gazetecileri” kutlamak için. Kim bu “kutlanan gazeteciler” onu da anlamadım. Bazı meslektaşlarıma sordum, sadece güldük.

Bakın, biraz bilgi vereyim de havayı değiştireyim.

1860’tan sonra neler olmuş ülkede hatırlayan var mı? Meşrutiyet yılları, Abdülhamit yılları, ikinci meşrutiyet ve İttihat Terakki yılları, Birinci Dünya Savaşı, Mondros ve Sevr, yurdun işgali, kurtuluş, Cumhuriyet yılları, çok partili hayat, darbeler ve “netekim demokrasisi”, yobazlığın artması, “tontonlu” yıllar ve yüzsüz sermayenin basına çöküşü, emperyalizm kıskacında dini grupların basına girişi, bu gruplardan birinin beraber olduğu siyasi iradeyi “kandırarak” ülkeye el koyma girişimi ve salgın tehdidi.

İşte size 260 yıl...

Nerede “gazeteciler” peki?

Örneğin Tercüman-ı Ahvâl’in İzmir bürosu var mıymış? Kaç basıyor, kaç satıyormuş? Muhabirlere “212” yapıyor muymuş? Peki kaç para veriyormuş?

Bakın ne diyeceğim. Hıfzı Topuz ustamızın “Özgürlüğe Kurşun” eserini okudunuz mu?

Okuyun... Rica ediyorum, okuyun. İşte orada görürsünüz “gazetecileri”! “Menfaat” ve “yağcılık” üzerine kurmazdı gazeteciler hayatlarını. Dik dururlardı, isyan ederlerdi. Ellerinde kalemle de ölürlerdi beş parasız.

Basın mı kaldı, gazetecilik mi?

Ha, bugün yok olmadı. Sadece AKP iktidarını da suçlamıyorum. Bu çöküş, 1980’de başladı. Açtırmayın şimdi benim ağzımı. O kadar “hatırlatacak” olay ve kişi var ki, Türkiye’de ve İzmir’de.

Efdal Sevinçli’nin İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı’ndan çıkan eserini okudunuz mu? “İzmir Basın Tarihi” eserine bakın bir. 1860’ta “ilk Türk gazetesinin” yayına başlaması, tabii ki tarihi öneme sahip. Ama “gazeteciliğin” kutlanacağı bir gün olamaz. Hatta bugün, ne Türkiye’de ne de İzmir’de “gazetecilik” kutlanabilir. Dalga geçmek olur aksi, canını özgür basın için, gerçek demokrasi için vermiş tüm gazetecilerin ruhlarına hakaret olur.

Gazeteci olmayanların anlayacağı bir duygu değil size yansıtmaya çalıştığım. Bugün “21 Ekim,” kutlama mesajları yazanların çoğunun da “gerçek basın ve demokrasinden” hoşlandıklarını sanmam.

Bu satırların yazarı, hayatının 30 yılını verdi basına. Çoğu İzmir’de olmak üzere tam 30 yıl! Umarım bir gün yazarım da “ortalık karışır”. Koca İzmir’den dünyaya yayın yapan bir TV yok. 4 tane TV kapandı gitti türlü katakulliyle. Gazetelerin hâli de ortada! İnternet dünyası ise “Saldım çayıra mevlam kayıra.” 100 yıl önce “sansür,” şimdi oldu korkuya dayalı “otosansür!” Reklam broşürü gibi köşe yazıları, ayakları yere basmayan TV programları, 100 kelimeyle konuşan sözde gazeteciler.

Nerede Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, Oktay Akbal?

TV’de nerede Uğur Dündar, Jülide Gülizar?

Daha kimler kimler… “Gidenlerin” yeri dolmuyor. İletişim fakültelerinden mezunlar iş bulamıyor, bulsa para kazanamıyor. Gazeteciliğin kavramsal karşılıkları değişmiş, kimsenin umurunda değil.

Sonra kalkıp, 260 yıl önce bir gazete yayımlandı diye “gün kutla!”

Önce merak edin efendiler, merak! Sonra geçebiliyorsanız geçin aklımızla dalga. Ama unutulmasın, bugün aklımızda dalga geçenlerin aklıyla, yarın tarih dalga geçecek!

GELDİ SAYILIR 29 EKİM

Yolunuz Çankaya’dan geçerse, dikkat edin Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi'nin duvarlarına. Bir zamanlar, 29 Ekim’in gerçek coşkuyla kutladığını hatırlandığını anımsatıyor o duvarlar. Değişik yıllara ait gazete gibi gazetelerin ilk sayfalarını İzmirlilerin hafızalarına havale ediyor APİKAM. Ben de 4 gün sonraki yazımda size öyle bir “hatırlatma” yapacağım ki... Özellikle CHP’li dostların çoğunun gözlerinden duygu yaşları boşalacak. Sözüm söz, o kitabın orijinalini bağışlayacağım. Belki unutanlar hatırlayacak, bilmeyenler öğrenecek. CHP’nin çok özel bir ayrıntısını da bilgi olarak paylaşacağım.

Cumhuriyet Bayramı bizim için çok önemli. Hele 100. yaşına doğru giderken, “farkında” olanların hem “mahcubiyetleri” hem de “heyecanları” artıyor. Ben de onlardan biriyim. Ama 2023’ten önce İzmir için önemli bir yılda geliyor ki 2022. “Kurtuluşun 100. yılı". Ne yazık ki kulağıma “boş sesler” geliyor, üzülüyorum.

GÜZEL ŞEYLER DE OLUYOR

Çarşamba günü hem çok özel hem de çok saygın konuklarım vardı. Biri yıllarca İzmir Valilerinin Basın Halkla İlişkiler Müdürlüğünü yapmış sevgili Ercan Doğu ağabeyim, diğeri Şaban Turgut Üzüm ağabeyim ve sizlerin TV’de izlediğiniz “Vatanım Sensin” dizisinin esinlendiği romanın yazarı Erdoğan Baysal. Uzunca söyleştik. Kötü giden yayıncılık alanında oturmuşlar “İzmir Yazarlar Kooperatifi” kurmuşlar. Erdoğan Baysal’ın “İzmir’in Dağlarında” isimli iki ciltlik romanının da yolda olduğunu öğrendim. Bu kooperatif, maddi gücü olmayan yazar ve şairlere de kısa süre sonra güneş olacak. Ama bakalım, İzmir’in “vefasızlık” hastalığı ve “kibir yüklü” odakları bu kooperatifi nasıl karşılayacak? Ben, destekleyeceğim sonuna kadar. İzmir’in aydınları artık “efe oyunu” kadar “halay” çekmeyi de öğrenmeliler. Çünkü onlar “tek başlarına efe” oynarken dış diyarlardan birileri “ham yapmaya” geliyor İzmir’i. Demedi demeyin!