Narlıdere çocukluğumun mandalin ağacı, portakal bahçesi, güzel yüzlü güleç akrabalar memleketidir. Tarihi Yukarıköy Cemevi Tahtacı Türkmen topluluğunun alameti farikasıdır

Hasan Kulakoğlu

Neslihan Perşembe Kulakoğlu/Dağa, toprağa; doğaya koşulsuz çıkarsız yaklaşmamıza çocukluğumuz şahittir. Çocuk, tarlaya, zeytin ağacına, alabildiğine güzelliklere rantçı, fırsatçı bakmaz. Narlıdere çocukluğumun mandalin ağacı, portakal bahçesi, güzel yüzlü güleç akrabalar memleketi. Hele ki İzmir’in en gözde yeri olduktan sonra mandalin ağaçlarım, güler yüzlü güzel halkım daha bilinir oldu. Bugün eşime kendi köklerimi gezdirmek istedim. Konak yönünden batıya doğru yürümeye başlarsanız İzmir’in en güzel yerlerini ormanlık alanlarını geçerdiniz. Eskiden bir de Üçkuyular yani Fahrettin Altay’dan dolmuşa biner, Balçova’yı geçer, önce İnönü Mahallesi sonra Aşağıköy, en son da Yukarıköy Narlıdere’de duran minibüsten coşkulu, enerji, sevgi dolu bir ortama inerdiniz. Işte bu Old City kavramını algılayan Narlıdere Yukarıköy halkının büyük kısmı kültürlerini korumak adına belediyenin de desteğiyle rant peşinde koşmadan geleceğe imza attılar. Sonunda o güzel mahalleleri, havayı korudular. Günümüzde birkaç metro durağı uzaklıkta olan bu Eski Köy kavramını mutlaka yaşamak için gezmeniz gereken bir yer haline getirdiler. Öncelikle Yukarıköy Cemevi bu korumacılığın başıdır. Yaklaşık 200 yıllık bir Cemevi Tahtacı Türkmen topluluğunun alameti farikasıdır.

5-99

Müze müdürü sevgili Merih Ünsal yıllarını bu Cemevi müzesine vermiş Güzel Sanatlar eğitimi almış bir arkadaşım. Cemevinde toplumumuzun birbirini tanımamasından kaynaklanan önyargıları yıkacak her bilgi mevcut. Bu konuda eşimin ve kardeşi Gülnihal’in “Kendimizi çok farklı bir sevgi ortamında hissettik” sözü önemlidir. Müzede 4 kapı 40 makam insanlığa büyük bir öğüttür. Mutlaka görülmelidir.

Cemevi’nin o kutsiyet dolu atmosferinden hemen sokağa çıkınca Hüsniye teyzeler, Reyhan ablalar, Zeynep ablalar, Lale ablalar sizi karşılar. O çatılı, taş örgülü sokaklarda çay, kahve içilir, aşure, gözleme, yaprak sarma yenilir. Akın abinin evinin ordan taş sokaklardan yürüyerek meydana çıkılır. Her bir sokak doğallığı ile sizi büyüler.

6-84

Yukarıköy’de korunan kültürel miras sadece bina değil insandır. Evet o İzmir’in cana yakın güzel, konuşkan insanına gidilmelidir, dokunulmalıdır. Meydandan sola dönerseniz Eşref abinin kahvesinde hâlâ mahalle halkının toplanıp çay içtiği, şakalaştığı Kardeş Payı ve Ekmek Teknesi dizisinin çekimlerinde olduğunuz sanılır. Yeni ruhlar yeni yerler keşfi konusunda çok uzağa gitmeye gerek yok. İzmir Konak Meydanı’na yarım saat uzaklıkta metro Narlıdere İtfaiye Durağı’nda indikten hemen sonra 10 dakika yürüyüş ile ulaşılır bu güzel yere. Gidilip görüldüğünde çok şey kazanılır.

4-106

EŞİME KATILIYORUM

İnsan ömür geçirdiği şehirde yaşadıkça ne cennetler görüyor. Yukarıköy ve de Narlıdere Belediyesi Kültür Evi eski işleviyle Tarihi Cem Evi benim için öyledir. Eşimin yazdıklarına gençlerin deyimiyle aynen katılıyorum. Betonerme apartmanların egemenliğindeki bir kentte (Öyle olmayan bir kent kaldı mı ülkemizde?) özgün evlerin kucakladığı bir cennet Yukarıköy. Şehirde nefes alma molası verilecek bir vaha. Bu kültürel mirasın yaşatılması umutları artırıyor. Dileğimiz İzmirimizdeki diğer kültürel mirasların da canlandırılıp yaşatılmasıdır. Bu güzel evlerin arasında yürürken hep kadınlarımız fark ediliyor. Terterimiz üretimleri yiyecekler, çaylar, kahveler, salepler bu güzel ortamda hem hafta sonu hem de hafta içi sizleri davet ediyor. Narlıdere Belediyesi Kültür Evi; bir güzel inancın cana can katmanın örnek yeridir. Barış, dostluk, kardeşlik, eşitlik; emek döndürür dünyamızı, yaşatır insanı, doğayı, canlıları değil mi? “Gelin canlar bir olalım.”

3-143

BÜYÜK BİR EMEK

 Narlıdere Belediyesi Kültür Evi Müdürü Merih Ünsal, bu güzel evin Tarihi Cem Evi’nin tarihte nasıl kullanıldığına, buraya nasıl gelindiğine dair şöyle diyor: “Dedelerimiz Narlıdere'ye, 1830-1850'li yıllarda 16 çadır ile geliyor. 1872-1874 yıllarında da bu Cemevini yaptırıyorlar. Tabii Rumlarla birlikte yaşadıkları için Rum ustalar bize bu Cemevini yapıyor. 1960-65'li yıllara kadar Cemevi olarak kullanılıyor. Aynı zamanda burası bir ocak merkezidir. Ege Akdeniz ve Toroslar'da yaşayan hemen hemen bütün Tahtacı Türkmen Alevileri’nin bağlı olduğu ocak merkezidir. Geçmişte çok önemli ve kutsal mekanlardan birisidir. Hâlâ da öyledir.” Merih Ünsal, burada özellikle sorgu cemlerinin yapıldığını, dar cemlerinin yapıldığını, buradan dedelerin diğer köylere gönderildiğini, o dedeleri aşan sorunların buraya intikal ettirildiğini, burada bir nevi yüksek mahkemelerin kurulduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürüyor: “Böyle bilinen bir mekandır. Burası aslında bir merkez yani, dergahtır. Dediğim gibi 65'li yıllardan sonra burası uzun süre atıl kalıyor. 2006 yılında Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur. O yıllarda beni yanına çağırarak: ‘Cemevini restore ettiriyorum ve oraya seni müdür düşünüyorum. Ne diyorsun?’ dedi. Başladı restorasyon. Restorasyon güzel, başarılıdır çünkü çok güzel bir ekipti. Zaten biliyorsunuz başkanın kendisi de mimardır. Çalışmalar 2006'dan 2007'nin Mayıs ayına kadar sürdü ve açılış oldu. Tasarım olsun, dekorasyon olsun, neler yapabiliriz diye düşünüyoruz. Bademler'den Ali Öz hoca var çok destek oldu. Bademler’den Musa Hoca da. Tasarım sonrası dekorasyona neler koyabiliriz diye düşünürken köyleri gezmeye başladık. Rıza Sever amcamız, Çağlar Karaca amcamız, Cumhur Gülmüş, Kaya Hoca, Mustafa Başkan, Ali Dede, Kazım Dede çok yardımcı oldu. Cem Odası'nın tasarımında, dekorasyonunda bana çok yardımcı oldular. Büyük bir emektir. Perdelerin kaneviçelerine kadar düşündüm, tasarladım. Açılışa Musa Eroğlu geldi. Muhteşem bir açılış oldu.

4-106

Bir gün Rıza amcayla, Cumhur amcayla Bayındır'a gidiyoruz. Yolun kenarında katır semeri gördüm. Oldukça uzaklaştıktan sonra dedim ki ‘Hayır ben o katır semerini alacağım. Biliyorsun atasözü vardır ‘Tahtacıların hatırı, katırı ve yatırı bol olur” diye. Hemen yatır, katır, satır, hatır geldi aklıma. Dedim ki ‘o katır semerinin Narlıdere Belediyesi Kültür Evi’nde olması gerekiyor.’ O kadar yolu tekrar geri döndük ve ben o katır semerini buraya getirttim. O ilgi, o sevgi zaten bak bir sanatsal yaratıma döndü. O dedelerimizin özgeçmişlerini bulabilmek için, ölüm doğum yıllarını bulabilmek için, tek başıma mezarlıkları dolaştım. Dedelerimizi aradım mezarlıklarda. Yukarıköy Mezarlığı da dahil. Bizim en yukarısı da dahil. O Nesim'in baba yatırı, Bayram Dede yatırı. Onların üzerine apartman diktiler. Onları müzeye taşıdım. Makam yatırı olarak. İsimlerini yaşatmaya çalıştım. Aslında roman olur biliyor musunuz?”