Nazım Hikmet’in aynı adlı şiiri, aslında her şeyi özetler, ama tarihe bugünden de notlar düşmek gerekiyor. Çünkü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ona farklı ve çarpıcı bir sayfa ekliyor. Binali Bey ne kadar itibarsızlaştırmaya, Bahçeli Efendi ne kadar terörize etmeye, liboş tayfası ne kadar alay etmeye, solculuğu kendinden menkul kafası karışıklar ne kadar saçmalamaya kalkarsa kalksın, Türkiye ve dünya tarihinde bu yürüyüş çok özel bir yer alacaktır.
“Amasız, fakatsız” kabul edip paydaşı olmak için, o kadar uzun düşünmeye, “öyleydi böyleydi” laklakasına dönüştürmeye, hele ki teslimiyetçi karamsarlığa sığınıp “ne olacak ki?” mızmızlığına gerek yoktur. Biraz akıl ve mümkünse vicdan yeter.
Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü, Gezi’deki “duran adam” eyleminin, bir başka mecraya taşınmasıdır. Son derece zeki, şaşırtıcı ve ezber bozan bir direniş ve itiraz yöntemidir ki, her cenahtan saçmalayanların ne diyeceklerini bilememelerinin nedeni budur. İtiraf edin, bunu kimse beklemiyordu. Oysa bundan doğal bir eylem olamazdı ve tarihte pek çok örneği vardı. Bedenleri tutsak aldıklarını, beyinleri paralize ettiklerini, yürekleri korku çemberine sıkıştırdıklarını sananlar ile yardakçıları ve tedarikçileri, tarihsel belleğin sıfırlanamayacağını bir kez daha gördüler ve sonuçlarını da, ne yaparlarsa yapsınlar görecekler.
“Dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar” sözüyle başlayan marş, bu ülkede boşuna bayraklaşmadı. 1968’in 1 Kasım’ında Samsun’dan başlayıp, 10 Kasım’da Anıtkabir’de biten ve Deniz Gezmiş ile arkadaşlarının önderlik ettiği yürüyüş, hava almak için yapılmadı. 15-16 Haziran 1970’te işçiler, yürüyerek pikniğe gitmedi. Bu ülkenin dağlarında, ovalarında, kentlerinde ve köylerindeki her yürüyüşte, Cumhuriyetin, devrimciliğin, yurt ve doğaseverliğin, insana ve emeğe saygının, hepsinden önce yüksek bir hak, adalet, hukuk ve insanlık erdeminin damgası vardır. Bu yürüyüşlere karşı çıkanların, kan ve gözyaşına boğmanın peşinde olanların alınlarında ise kocaman utançlar ve suçüstü raporlarının damgaları vardır. Sağ ve sığ ve rengi ne olursa olsun hiçbir gerici yaklaşım, bu yürüyüşlerin onurlu duruşunu ve hatıralarını, ülkenin ve insanlığın belleğinden silemeyecektir.
CHP Genel Başkanı, sıklıkla yinelenen Gandi’nin “Tuz Yürüyüşü” benzeri, tarihsel yeryüzü yürüyüşlerine ekleniyor. Olayı hamasete taşımak istemem, böyle bir tavır, eylemin ruhunu zedeleme ve içini boşaltma tehlikesi taşır. Ama bu yürüyüş, Mao’nun 1934’te bir yıl süren “Uzun Yürüyüşü”, Kartacalı Hannibal’in “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız” diyerek İ.Ö. 218’de Alpleri aşma iradesi, 1978’de ABD’nin haksızlıkları ve yurtsuzlaştırma yasaları karşısında, Kızılderililerin gerçekleştirdiği 5000 kilometrelik yürüyüş benzeri nice örneğe eklenecektir.
Kılıçdaroğlu’nun, yalnızca “Adalet” yazılı pankart taşıyarak, hiçbir parti simgesi olmaksızın, tüm ezilenleri ve yüreği aydınlıktan yana olanları çağırarak sürdürdüğü bu yürüyüş, bir yeniden başlangıç olduğu kadar, bir milat oluşturma çabasıdır. Liboş sulandırmalara, sığ ve yavan hiçleştirme çabalarına ve terörize etme ve kışkırtma tezgâhlarına en güzel yanıt, büyük bir buluşmanın altında toplanmak olacaktır.
“Adalet”, perişan bir iç ve dış siyaset anlayışının, dünyanın geldiği noktada karşılığı olmayan bir ideolojinin, ortaya çıkardığı sonuçlara dair bir itiraz şiarıdır. Hayatın her alanında yaşanan başarısızlıkları örtmek için kullanılan yöntemler, müsebbipleri açısından net bir iflas, muhatapları açısından ise toplumsal bir travma ve yarılmadır. “Adalet”, toplumsal bir silkelenme ve yeni bir başlangıç için toplanma çağrısıdır. Bu sese kulak vermek, iktidar ve destekçileri için de yaşamsal bir önem taşımaktadır. Çünkü “adalet”, ne bir kesim, ne bir toplaşma, ne de bir ideoloji için değildir. Evrensel değerler, insanlığın insanca yaşaması için, uğruna binlerce yıl emek verilmiş ve insanlığı bir arada yaşatan tutkallardır. Şimdi onları, hepimize bir gün mutlaka gerekecek olan “adalet” temsil ediyor.
“Adalet” bizi ve ülkemizi yeni bir sınavdan geçiriyor. Heba edilirse, yazık olur.