Gece otobüsü ile sabah vardığım İzmir’de akşama kadar koşturmuş, en son Karşıyaka savcısına gidip akşam İstanbul’a geri döneceğimi de söyleyerek “Hemen karar verebilir misiniz” deyip, dilekçe vermiştim. Savcı, “Siz avukatlar niye işleri hep böyle hemencecik yapmak istiyorsunuz, gidin yarın gelin” diyerek fırçaladı! “Siz savcılar niye böylesiniz, neden kaba davranıyorsunuz? Basit bir işi bile niye süründürüyorsunuz” diyemedim!

Azılı bir korsanın adresini bir yıl boyunca araştırarak zorlukla tespit etmiş, habersiz baskın yapılarak suç aleti bilgisayarla ve korsan program disklerine el konulmasını talep etmiştim. Savcı korsanı mektupla davet ederek ifadesini almaya karar vermiş. Bunun “delilleri gizle, kaç kurtul” demek olduğunu anlatmaya çalışırken savcı kızdı, “Çık dışarı” diye bağırdı! Altta kalmadım, “Çıkmıyorum! Bakalım ne yapacaksın? Babanın evinden mi kovuyorsun” diye çıkıştım. Odadaki diğer savcı araya girdi, başsavcıya gittik, ani baskın yapıldı binlerce korsan program diski yakalandı.

Sultanahmet Adliyesi’nde ticaret mahkemesi kalemindeki Nesrin’le merhabalaşıyordum. Elinde ihtiyati haciz talep dilekçesi, nefes nefese, 40'lı yaşlarda bir avukat geldi. Borçlu malları kaçırıyormuş, “dilekçesi hemen tevzi edilebilir mi” diye sordu. O zamanlar dilekçeler sabahtan nöbetçi mahkemede toplanır, öğleden sonra kararı verecek olan diğer mahkemelere tevzi edilirdi. İhtiyati haciz kararları ertesi gün verilirdi. Böyle durumlara alışık olan Nesrin "Bir sorun, belki izin verir" diyerek mahkeme başkanına gönderdi. Avukat beş dakika sonra gözleri yaşlı döndü, başkan azarlamış! İki dakika geçmedi, mahkemenin üyesi Günhan bey, gözlerinde kızgınlık ve üzüntü okunarak geldi, "Avukat bey, ben tevzi ediyorum, başkan yapacağını bana yapsın" diyerek avukatı da Nesrin’i de şaşırttı, benim gözümde ise yüceldi.

Duruşma usulünü, konuşma edebini ve saygı kurallarını hoyratça çiğneyen bir avukat, duruşmada KOAH hastası bir kadın hâkime etmediği kabalık bırakmadı. Buna rağmen hâkim hanımın duruşmayı suhuletle, medeni ve âdil bir şekilde yönetmesine hayran oldum, meslektaşımın davranışından utanç duydum.

Yargının kurucu ve asli unsurları olan hâkim, savcı ve avukatlar arasında kutuplaşma giderek artıyor. Çoğu, duruşmalar dışında birbirleri ile konuşmuyor. Avukatlar kendi aralarında, hâkim ve savcılar kendi aralarında sosyalleşiyor, kendilerine toz kondurmuyor, vatandaşa hizmetin aksamasından diğerlerini suçluyorlar. Fakültede aynı sıralarda dirsek çürütmüş, sevmiş, tartışmış, notlarını paylaşarak yardımlaşmış olan hukukçular, mesleklerini seçtikten sonra ayrışıp yabancılaşıyorlar. Birbirlerine küs oldukları için çocukları umurlarında olmayan ebeveynler gibiler. Olan vatandaşa oluyor! Yargıda bile dayanışma, işbirliği ve temel etik değerler aksadığı gibi toplumun ahlakı erozyona uğruyor.

Bu üzücü durumun temel sebebi, hâkim ve savcıları sıkı kontrol ederken avukatları sahipsiz bırakan devlet politikası. Almanya’yı taklit ederek hâkim ve savcıları memur gibi daha toy yaşlarda işe alıyor, avukatlığı seçmiş olanlara güvenmiyor, olgunluk ve tecrübe sahibi avukatları ileri yaşta diye göreve almıyor. Her üçü bir arada yargıyı oluşturdukları ve görev yaptıkları halde hâkim ve savcı ve avukatların mesleki ve etik gelişimleri daha başından farklı gelişiyor.

Hangi mesleği seçtiklerine bağlı olmaksızın bütün hukukçuların halkı ve toplum yaşamını iyi anlamaları, kişisel olgunluk, mesleki bilgi, tecrübe ve sosyal yetkinlik sahibi olmaları, diğerleri ile dayanışma, saygı içinde iletişim ve ilişki kurmaları gerekiyor. Bunun için ise tüm hukuk meslekleri için yeknesak bir kariyer planının geliştirilmesi ve objektif performans değerlendirmesi suretiyle işletilmesi, meslekler arasında geçişin kolaylaştırılması gerekiyor.

2023’te sağlık, mutluluk, huzur ve barış diliyorum!