Türkiye'nin yaklaşık yarım asrını alan terör belasının bir envanterini çıkarıp hesabını yapmak mümkün değil. Hemen hemen her konuda, terör ülkemize onulmaz zararlar verdi. Devleti ile çatışmaları için dağa çıkarılan memleket evlatlarını kaybettiğimiz gibi, onları hukuk düzenine geri döndürmek için şehit olan memleket evlatlarının cenazeleri başında da acımızı içimize döktük. Terörle mücadele için onlarca milyar doları yakmanın yanı sıra, yerine konulması imkansız ekonomik fırsatları kaybettik. Halkımızın refahını sınırlı artırabildik. Kalpleri sevgi yerine nefret, gönülleri dostluk yerine düşmanlık, şuurumuzu huzur ve güvenlik yerine korku ve endişe doldurdu.

Dünyanın sayılı medeniyetleri arasında olduğu halde ülkemiz, hukukumuzun gerilemesi ve hak ihlalleri ile anılmakta. Uluslararasında ülke algımıza hukuksuzluk egemen oldu. Olağan hukuk yollarının ve yargının yerini olağanüstülük, keyfilik, bireysel hükümler ve yargısız infazlar aldı. Yargımıza, hukukumuza, adaletimize ve daha da önemlisi devletimize güven büyük hasar gördü. Hem vatandaşlarımız arasında hem de bir kısım vatandaşlarımız ile devlet arasında güven uçurumu, derin fay hatları oluştu. Ticari işlerimizde bile hem birbirimize hem de kendi kendimize güvenimizi kaybettik. Vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı Fransa, Almanya, İsveç ve Belçika gibi ülkelerde birbiriyle konuşmayan, önemli memleket meselelerinde bile bir araya gelemeyen, birbirinden kopuk ve zaman zaman düşman kesilen topluluklar oluştu.

Uluslararası hukuk düzeninin hatırı sayılır, şerefli bir üyesi olan, havacılıkta sınırlar ötesi uçuşlar gibi uluslararası sözleşmeler oluşturmada öncülük eden ülkemiz, altına imza attığı ve hatta anayasaya üstün kıldığı birçok uluslararası sözleşmeye çekinceler koymak zorunda kaldı. Uluslararası anlaşmalarda kurucu ülke iken, yerel yönetimler şartı gibi uluslararası anlaşmalara itirazı olan, uzlaşamayan ve sonucunda zaman zaman anlaşma dışı bırakılan bir konuma geriledik. Ülkemiz hukuk alanında aldığı hasarlardan daha ağırını demokrasi alanında aldı. Halkımızın anayasal ve demokratik haklarını kısıtlamak, kendini yönetmesine müdahale etmek durumunda kaldık.

Terör, bir yandan değerlerimizi aşındırıp kurumlarımızı zayıflatırken diğer yandan masum vatandaşa korku salarak, demokrasimizin gerilemesinin en önemli kök sebebi oldu. Siyasi tercihlerinde sürü gibi yönlendirilen vatandaşlarımız haklarını özgürce kullanamazken, oyları kapalı kapılar ardında yapılan iktidar pazarlıklarının bazen kilidi bazen de çeşnisi oldular. Ne halkımızın seçtikleri ağız tadıyla hukukun üstünlüğü çerçevesinde yönetim haklarını kullanabildiler ne de devletimiz halkımızın istediği gibi yönetilme hakkını tam yerine getirebildi.

Türkiye’nin savunma sanayi projelerine finansman sağlamak amacıyla 1985’te kurulan Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na dişimizden tırnağımızdan artırdıklarımızı aktararak savunma ihtiyaçlarımızı karşılamakta özgürleşmemiz sayesinde, terörle mücadelede önemli başarılar elde ettik. Hızla yapay zeka çağına evrilen dünyada ve bölgemizde, uluslararası düzenin değişmesi, özellikle Ukrayna, Karabağ, Suriye'deki gelişmeler, hem ülkemizde hem de bölgemizdeki terörü kökünden kazıma şansı getirdi. Bir sene önce aklımıza hayalimize gelmezken Devlet Bahçeli, MHP ile DEM Parti arasındaki buzları eritti; Öcalan, kurduğu PKK'yi feshetti; 11 Temmuz günü de PKK sembolik olarak silah bıraktı. Bu önemli gelişmelerin mesele tam olarak çözülene kadar sürmesini, hem ülkemizde hem de bölgemizde terörün sona ermesini, bölgemize uzlaşma, huzur, barış ve işbirliğinin hakim olmasını dilerim. Böyle bir ortamın sadece Türkiye'ye değil bölgedeki tüm ülkelere huzur, ve hızlı refah artışı getireceğine inanıyorum.

Ancak bu yöndeki çabaların gerçek bir başarıya ulaşması için, kamuoyuna açıklandığı gibi, sürecin sadece AKP, MHP ve DEM Parti’nin işbirliğiyle değil, irili ufaklı bütün muhalefet partilerinin de katılımı ile ortak akıl ve aklıselim ile sürdürülmesi önemlidir. Bunun için bu aşamada öncülüğü yapan AKP ve MHP’nin, muhalefetin sokaklara dökülmesine neden olan sorunları çözmesi, demokrasi ve hukuk alanında kolay tamir edilebilecek hatalardan dönülmesi, DEM Parti’nin de bunun talepçisi olması, sürecin güçlü kamuoyu desteği kazanması ve aleyhte spekülasyonların önlenmesi için hayati önemdedir. Eğer bu süreçte bir anayasa değişikliğine gidilecekse bunun Meclis'te 400 milletvekilinin oyu ile yapılmasından kaçınılması, mutlaka halkın kabulüne sunulması, elde edilen kazanımın kalıcı olması için zorunludur.

Bu yolda en başta Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan olmak üzere, liderler kişisel hırslarından vazgeçmeli, bu hırsları, hem ülkemizin hem de bölgemizin yüksek menfaatleri için çekinmeden feda etmelidirler.