Ankara’ya 1966 yılında memur olmak için gittiğimde konuk olduğum ilk ev “Umut Sokak”ta idi…
Adının çağrışımını, dinginliğini, genç günlerime denk düşen rengini yaşadım o sokakta. Altı ay kaldım o evde! Ne ki sonu biraz hüzünle biten karlı bir Şubat kışında o sokaktan, o evden ayrılmak zorunda kalmıştım!
Umudu ertelemiş miydim? Olası değil. Bugüne değin umuttan hiç kopmadım ki, hiç boşlamadım ki onu.
Umut Sokak, yıllar sonra yayımladığım ilk kitabım “Yürek Söylencesi”ndeki bir şiirime de konuk olmuştu.
İkinci kitabım Bellek Pazarı’ndaki “Umudu mavi badanalı, hevesi reyhan kokulu/ hüznü kumral çocuktum” diye başlayan şiirimin kumaşında da umut işlidir. Kapı koluna bile umut asmışımdır.
Daha sonra yayımladığım “İnce Oda”, “Küşüm Çınlaması” kitaplarımda da umudun aydınlığı, sıcaklığı, aydınlığı eksik olmamıştır. Şu dizeleri de Dingin Sözler Avlusu’na sermeden geçmemişim ki.
şiire gideyim, şiirgillere
umutlar eylemine
eksilmesin mintanımdan esenli çocuk
Nice sıkıntı, sorun, kırgınlık, yokluk, yoksunluk yaşasak da umut bir yolunu bulup şarkısını söyler dilimizde, gözlerimizde, yüzümüzde, içimizde. Umut salt fakirin mi ekmeği? Yok canım hepimizin gereksindiği, kullandığı bir iç ses, bir çağrışım, bir kurgu işte.
“Ummaktan doğan iç erinci, güven duygusu. Bu duyguyu, bu erinci veren şey.” diye tanımlar sözlükler umudu. Her insanın tükenmeyen duygusudur umut. Şairler kurguladıkları dizelerde, şiirlerde bir başka incelik, ayrıcalık yüklerler umuda. Yoksa bunca izlenmeye, çileye, hapisliğe karşın Nâzım Usta “Umut, umut, umut, /Umut insanda…” diye seslenir miydi?
André Gide “Umutlar! Hiç mi yorulmayacaksınız” derken, umudun ne denli diri, atak, devinimli bir olgu olduğunun altını çizer miydi hiç?
Gülten Akın “Deli Kızın Türküsü”nü böyle özenle, dirençle söyler miydi?:
Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde
Eliniz beyazken uzatın isterim
Karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmedim
Ahmed Arif Anadolu şiirinde umudun dirençli dizginlerine sarılır mıydı?
Nerede olursan ol, / İçerde, dışarda, derste, sırada, / Yürü üstüne üstüne, / Tükür yüzüne celladın, / Fırsatçının, fesatçının, hayının… /dayan kitap ile / Dayan iş ile. / Tırnak ile, diş ile, / Umut ile, sevda ile, düş ile / Dayan rüsva etme beni.
Metin Altıok “Kanadı Kırık Bir Akşam”da umuda yelken açar mıydı? Yarın farklıdır bugünden, / Adı değişir hiç olmazsa./ Kara bir suyu
Geçiyoruz şimdilerde / Basarak yosunlu taşlara. / Sen bugünden yarına
Birazcık umut sakla.” Melih Cevdet Anday Sokağa Çıkıyorum’da sevgi’yle umudu bir tutar mıydı: “Çalan büyüsünü duyuyorum: Ey cesaret / Hep dolu tut bardağımı. Sevgi ve umut / Birdir, yalnızlık ve cesaret bir.”
Suat Taşer evrensel duyarlıkla, duygu eşgüdümüyle düşünüp özenle, anlamla çizer miydi umudun altını? Bir vedalık hükmü var hayatın, / ölümün vakti saati sorulmaz. / Serçe kuşu gibidir umut, / dal yorulur, serçe yorulmaz.”
Yıllar önce Cumhuriyet Gazetesi’nde Erdal Atabek’in bir köşe yazısını kesip yapıştırmışım dosyama: “Gerçek yaşınızı mı soruyorsunuz? Umutlarınıza bakın. Yaşam sevincinize bakın. Yapmak istediklerinize bakın. İradenize bakın. Dünyanın geleceğine bakın. O geleceğe ne katabileceğinize bakın.”
Hadi öyleyse ne duruyoruz; her yaşımıza, her yılımıza umut fidanları dikelim. Bu fidanları sevgiyle, barışla, özveriyle, hoşgörüyle, dayanışmayla, yaşama sevinciyle donatalım.