Latin Amerika’nın büyük yazarı Gabriel Garcia Marquez: “Kanatlar verirdim çocuğa ama uçmayı öğrenmeyi ona bırakırdım” demiş. Doğru bir eğitim politikasının ana fikri bu olsa gerek. Köy Enstitüleri deneyimimizin tam da bunu yaptığını düşünüyorum. Bugün, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda anımsamamız gerektiğini düşündüm. Çünkü, Atatürk bu bayramı çocuklara emanet ederken, geleceğimizin onların eğitimine bağlı olarak şekilleneceğini biliyordu.

Çocuklarımızın kendi kanatları ile uçmasını nasıl sağlayacağız? Herhalde, Milli Eğitim müfredatında din derslerinin sayısını artırırken, sanat derslerini sembolik düzeye indirerek değil… Atatürk, Eğitim ve Kültür Bakanlığı‘nı kurarken, çocukların ve gençlerin eğitiminde kültür ve sanatın ne denli önemli bir yeri olduğunun bilincindeydi elbette. Şimdi ise, aynı bakanlığın adı Kültür ve Turizm Bakanlığı!

23 Nisan’dan ve çocuk eğitiminden söz açınca, yaşadığım tatsız bir olay aklıma düştü. 90’lı yılların sonuydu -tam yılını anımsayamadım- Paris Büyükelçiliğimizde Kültür Müşaviri olara görev yaptığım yıllardan birinde, bir 23 Nisan akşamı, Milli Eğitim Müşavirimizin hazırladığı bir 23 Nisan etkinliğine katılmışım. Rontlar, şarkılar ve şiirler içeren programda bir şiir beni fazlaca rahatsız etmişti. Küçücük bir çocuk, Arif Nihat Asya’nın (‘Şehitler Tepesi boş kalmayacak’ dersem anımsarsınız!) “Bayrak” şiirini seslendiriyordu, canhıraş bir feryatla (yalnızca ilk iki kıtasını paylaşacağım bu uzun şiirin): “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü, / Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü, / Işık ışık, dalga dalga bayrağım! / Senin destanını okudum, senin destanını / yazacağım.// Sana benim gözümle bakmayanın / Mezarını kazacağım. / Seni selamlamadan uçan kuşun / Yuvasını bozacağım.”

Tabi ki dayanamadım, Cumhuriyet’teki “Kedi Gözü” köşemde, küçücük çocuklara ‘mezarını kazacağım… yuvasını bozacağım” gibi sözler ezberletmenin anlamsızlığından söz ettim. Devletimiz, hemen bir soruşturmayla yanıt vermişti… Bugünkü eğitim politikamız eskisini aratıyor. Aynı hamaset, üstüne bir de dini söylemler… Yurt dışındaki çocuklarımızın eğitimi, din sömürüsü yapan vakıflara, tarikatlara emanet. Alevi, Sünni demeden aynı dini tedrisat… Ülke içinde de durum daha parlak değil. Sosyolojiyi, felsefeyi, sanatı dışlayan bir eğitim sistemi ile kültürel açıdan yetersiz kuşaklar yetiştiriliyor. Resim, müzik dersleri, müfredatta yok denecek düzeye indirilir, çocuklara kalabalık içinde birey olma şansını veren drama dersleri yok sayılırken, din derslerinin sayısı artıyor. Gökkuşağı resimleri bile rahatsız ediyor bazı okul müdürlerini (LGBTİ’yi anımsatıyormuş!) Öğrencilerin kültürel etkinliklere katılma oranı her yıl biraz daha azalırken, kitap okuma oranı da hızla düşüyor. Siyasal iktidar, “Milli ve manevi değerlere bağlı kuşaklar” yetiştirme çabasını sürdüredursun, emperyalist kültürün çocukları düşünmeyen, komut alan, komut veren kişiliksiz, tek tip yaratıklara dönüştürme politikası çok daha etkin oluyor. Sonuç olarak, okulda ve evde, biçim olarak farklı, ama özde aynı iki mekanizmanın tutsağı oluyor çocuklarımız. Yazgılarını belirleyen şey, yani hangi kalıba bürünecekleri ise, içinde bulundukları aile ortamı oluyor.

Bu durumda, ailelere önemli bir görev düşüyor. Çocuklara okulda verilmeyen kültür-sanat eğitimini ebeveynlerin vermesi gerekiyor. Elbette, zorunlu bir ders sıkıcılığında değil, onlara kitabı, tiyatroyu, sinemayı, müziği tanıtarak, sevmeleri için olanaklar yaratabilir; uçabilecekleri kanatlar sunabilirsiniz. Korona virüs’e karşı evde kaldığımız şu günlerde yapabileceğimiz en anlamlı iş olmaz mı? Ulusal egemenliğin 100. Yılında çocuklarımıza özgür ve adil bir dünyanın kapılarını açabiliriz. Onları, eşitsizliği ve şiddeti olağan kılan, cinsiyetçi çizgi romanların, animasyon filmlerinin, bilgisayar oyunların cazibesinden kurtarmak kolay olmayacak elbette, ama denemeğe değer. Yasaklamak ya da dayatmak yerine, onlara seçenekler sunarak…

Bugünün Dünya Kitap Günü olmasını fırsat bilerek, birkaç kitap önerisi ile tamamlayayım yazımı. Gülten Dayıoğlu, Mine Soysal, Behiç Ak, Yalvaç Ural, Mavisel Yener, Aziz Nesin, Muzaffer İzgü, Görkem Yeltan, Gülsüm Cengiz, Jules Verne’in kitaplarını, Antoine de Saint-Exupery’nin “Küçük Prens”ini, Lewis Carroll’ün “Alis Harikalar Diyarında”sını, Nazım Hikmet’in “Sevdalı Bulut”unu, Yaşar Kemal’in “Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca”sını, Seçil Pala’nın “Sihirli Sanat Yolculuğu”nu, Haldun Taner’in “Çocuklar için Mitoloji”sini çocuğunuzun kitaplığına kazandırabilirsiniz. Yapılabilecek daha çok şey var. Yeter ki, düşünen, sorgulayan bireyler yetiştirmeyi amaçlayın.