Türkiye’nin son 40 yılda yaşadığı krizlerin öncesinde, hep aynı hataların yapıldığının ve aynı çözümlerin uygulandığının farkında mısınız?
Yüksek faiz ver, sıcak parayı davet et, iç piyasayı dövize boğ, ithalatı ucuz ve cazip hâle getir, istihdam ve üretim gücün olan ara mallarını üretme, vatandaşın gelecekte kazanacağı paraları bugünden harcamasını sağla, toplumu borçlandır, büyümeyi iç taleple finanse et, cari açığı ve dış ticaret açığını patlat, yine ödemeler dengesi krizine gir, yine paranı yüzde 50 devalüe et, birkaç yıl sürecek bir küçülme dönemine gir, sonra tekrar başa dön...
Yaşadığımız kısır döngü mealen bu …
Bugünlerde yine dile gelmeye başlayan “yaşasın cari açık vermiyoruz” sevinmelerine inanmayın.
İşittiğiniz sevinç naralarını atanlar, yarın öbür gün ekonomi yeniden büyüme trendine girip cari açık üretmeye başladığında, “yaşasın büyüyoruz” naralarını atacaklar.
Hep böyle oldu, korkarım yine böyle olacak.

// TEŞVİĞİ HERKES VERİYOR…
Pekâlâ Türkiye sıcak para (moda deyimle carry trade) tehlikesini kalıcı olarak önlemek adına, sabit sermayeli yabancı yatırımlarını; hizmet, perakende ve bankacılık sektörlerinin dışında istihdama katkısı çok daha fazla olacak şekilde büyük ölçekli yatırımları çekmek için neler yapıyor?
“E teşvik veriyoruz ya” cevabınızı duyar gibiyim.
Acele etmeyin…
Türkiye’deki bölgesel ve sektörel teşvik mekanizmasının benzerlerini –hatta ABD örneğinde olduğu gibi- daha da kapsamlısını gelişmiş ülkeler de veriyor.
Peki fark nerede?
Dünya ölçeğinde bu tür yatırımları ile tanınan firmalar Türkiye’deki gibi; şirketlere, markaya, özel seçilmiş sektörlere ya da yatırımın büyüklüğüne göre değişen teşvikler yerine; anlaşılır, tüm yatırımcılara eşit uzaklıkta, şeffaf, bürokrasi ve yargı mekanizmasının hızlı ve adil işlediği, rüşvetin olmadığı sistemleri tercih ediyor.
// DÜNYA NE YAPIYOR?
Avrupa Birliği (AB), vergi indirimleri ile sanayiyi teşvik etmenin mümkün olmadığını gördüğü andan itibaren, “Üçüncü Nesil Teşvik” modeli olarak adlandırılan Lizbon Stratejisi’ni benimsemiş durumda. Böylelikle eğitimden istihdama, sanayiden iç piyasaya, finansal araçlardan Ar-Ge çalışmalarına kadar pek çok konuda yeni hedefler ve ortaya konuluyor.
Lizbon Stratejisi, rekabet gücü yüksek bir Avrupa için gereken tüm kurumsal reformların ana çerçevesini oluşturuyor.
Dünyada yeni teşvikler bildiklerimizden çok farklı.
Yönetim biliminde ‘Good Governance’ (İyi Yönetişim) olarak bilinen kurallar manzumesi, ekonominin rasyonel yönetilmesini esas alıyor. Bir başka deyişle, yatırımlara artık özel bir takım istisnalar ve muafiyetler tanımanın yeterli olmadığı kabulünden hareket ediliyor.
Şayet söz konusu teşvik ise, bizdekine benzer teşvikleri artık Afrika’nın en ilkel ülkeleri dahi uyguluyor.
Yatırımcılara ayırım gözetmeksizin mantıklı ve etkili yönetilen bir ekonominin sağlayacağı; saydam, ahlaklı, eşit ve adil bir ortamda iş yapma olanağı verilmesi, bugün en etkili teşvik ve özendirme yöntemi olarak kabul ediliyor.
// GERÇEK TEŞVİK: HUKUK
Dünyadaki büyük yatırımcı şirketlerin dikkat ettikleri özellikler bunlarla sınırlı değil.
Uluslararası ölçekte güvenilirliği olan, kişilere göre değişmeyen bir hukuk ve yargılama sistemi, ara işgücü ihtiyacını süratle karşılayan bir teknik eğitim, yasaların toplumda içselleştiği bir özgürlük ortamı, kutuplaşmadan birlikte yaşamayı başaran bir toplum yapısı, reformist ekonomi politikaları; sadeleşmiş, rüşvetten ve yolsuzluktan arınmış bir bürokrasi mekanizması ve güçlü özerk kurumlar…
Özellikle son kelimeleri okuyunca güldüğünüzü duyar gibiyim.
Merkez Bankası gibi özerkliği üzerinde tartışma bile yapılmaması gereken bir kurum hakkında, “Başındaki arkadaş faizleri indirmiyordu, anlaşamıyorduk, o arkadaşı gönderdik, başka bir arkadaşı getirdik, şimdi hamdolsun faizler şakır şakır iniyor” benzeri cümleleri kurarsanız; ağzınızla kuş tutsanız yabancı yatırımcı çekemezsiniz.
Acı ama gerçek böyle…
++++

SAVARONA’DA BİR ADALI NEFER!
“Ben bu yatı, bir çocuğun oyuncağını beklemesi gibi bekledim. Meğer bana bir hastane olacakmış.”
Savarona gemisi, Ulu Önder Atatürk’ten bize kalan en önemli yadigârdı.
Çok uzun yıllar boyunca adeta kaderine ve çürümeye terk edilen bu muhteşem gemi, yok olmanın eşiğinden döndü. Türk basınının da duyarlı haberleri ve uyarıları ile bugün Türk Deniz Kuvvetleri’nin himayesinde bulunuyor, özel günler ve milli bayramlarda mavi vatanda arz-ı endam ediyor.
Kuşadalı Rıza Saraç ise 1970’li yıllara kadar Türk Deniz Kuvvetleri’nin eğitim gemisi olarak kullanılan Savarona’da vatani görevini yapan binlerce Türk gencinden birisi idi.
Askerlik görevi boyunca yaşadıklarını şaşırtıcı bir disiplin ile günlüklerine taşıyan Rıza Saraç, tezkere sonrasında memleketi Kuşadası’na dönmüş ve ilçenin dünyaca tanınan bir turizm merkezine dönüşmesini sağlayan girişimciler arasında yerini almıştı.
“Arap Rıza” lakaplı Rıza Saraç’ın sevgili oğlu, İzmir Atatürk Lisesi Mezunlar Derneği’mizin Onursal Başkanı Murat Saraç, o günlükleri kitaplaştırarak sonsuzluğa armağan etti.
“Savarona Hatıralarım” adlı kitap, 1950’li yılların Türkiye’sini ve Atatürk’ün gemisinde 1953-1956 yılları arasında Radar Operatörü olarak vatan görevi ifâ eden bir gencin yaşama bakışını da bugüne taşıması bakımından ayrıca ilgi çekici.
Murat Saraç, babası Rıza Saraç’ın büyük zorluklarla kurulan Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde henüz turizmle tanışmamış, Ege’nin bir kıyı kasabasından askerliğini yapmak için geldiği Atatürk’ün yadigarı Savarona gemisinde kendisini nasıl geliştirdiğini, Atatürk’e ve Cumhuriyete olan bağlılığını günlüklerine edebi bir dille aktardığını, askerliği süresince ve gemi ile dünyayı gezerken edindiği izlenimler sonucu askerlik sonrası Kuşadası’nda turizmin öncülerinden biri haline geldiğini belirtiyor.
Bu keyifli eserin satışından elde edilecek gelir ise SMA hastası Teoman Çiftçi bebeğin tedavisi için bağışlanıyor.
Emeğine sağlık Murat Saraç!