1981’de açık adı “Devlet Tiyatrosu, Opera ve Bale Çalışanları Yardımlaşma Vakfı” olan TOBAV kuruldu. Amacı, başta mesleki dayanışma ve yardımlaşma olmak üzere, sanatın yaygınlaşması ve yaşamda karşılık bulması adına çaba göstermekti. FIA (Uluslararası Aktörler Federasyonu) ve IATA (Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği) üyesi olan vakıf, sayısız etkinlikler gerçekleştirdi, toplumsal ve sanatsal duyarlık isteyen gelişmelerde aktif rol aldı, SANATA EVET şiarını kalıcı biçimde benimsetti. 1988’de bir temsilcilik olarak açılan TOBAV İzmir, 2003’te “Şube” konumu kazandı. Bugün bu büyük ailenin en eylemli ve üretken üyesidir, kentin ve ülkenin sanatına, sanatsal eğitimine ve sosyal sorumluluk bilincine değerler eklemektedir. Binlerce yaşama dokunmuş, sözü ve işleriyle gündem belirlemiştir. Neler yaptığını bir çay konukluğuyla Kardiçalı Hanındaki işliklerinde görüp, bu büyük yolculuğun gönüllüsü olabilir, hatta “Şimdi sahne benim!” diyerek işe koyulabilirsiniz.

Bizim gibi coğrafyalarda, kendini “vakfetmek” ile “mahvetmek” arasındaki ince çizgi keskindir, yorucudur ve ömür törpüsü çaba ister. Kurulduğu günden beri içinde olmanın, ah ki İsmail Bilen gibi zamansız yitirdiğimiz güzel insanlarla kentimiz ve ülkemiz için çaba göstermenin onurunu ve kıvancını hiçbir şeye değişmem. Bu yolculuk hiç de kolay ve konforlu geçmemiştir, geçmemektedir. Son dönemde başımıza gelen yangın felaketi, yitirdiğimiz araç gereç ve ne yapabiliriz arayışları bile, bizler için sıradan vakalardandır.

“Demokratik kitle örgütü” ile 12 Eylül zihniyetinin kuyrukçuları ve liboşizm tarafından “sivil toplum kuruluşu”na devşirilen tuhaflık arasındaki fark için de, TOBAV önemli bir örnektir. Hiçbir fraksiyonun, kendine ikbal rampası olarak görüp koltuğa yapışanların, herhangi bir partinin uydusuna dönüştürmek isteyenlerin egemenliğine girmemiştir, girmeyecektir. “Peki, bu yapının bir “duruşu” yok mu?” diye soracak olanlara, Cumhuriyet değerlerine olan titizliği başta olmak üzere, bugüne dek kurduğu tümceleri okumayı, yaptıklarını araştırmayı ve ”meselesini” anlamayı öneririm.

Giriş uzun sürdü. Neyleyelim ki, ucuzluğun kestirmeciliğine karşı derdinizi anlatmak, sayfa ve zaman istiyor. Siz buna, “Bu memlekette hiçbir nitelikli ve iyi niyetli iş cezasız kalmaz” meselini de ekleyebilirsiniz.

Örneğimiz, yakın zamanda Atatürk Kültür Merkezinde, İzmir Gazeteciler Cemiyetiyle ortaklaşa gerçekleştirdiğimiz “Başöğretmen Atatürk – O Çiçekler Solmayacak” dinletisi olsun. Mandolin Orkestramızın etkinliğiydi, şeflerimiz Kemal Alpan ile Gürer Aykal’dı. Misket Dikmen’in sunduğu etkinlikte, “Ekmek, kitap, bir de mandolin” diyerek, dünya eğitim tarihinin onur anıtı Köy Enstitüleri, yüzlerce insanla birlikte selamlandı, TOBAV’ın çalışmalarına destek sağlandı.

Aradan bir hafta geçmedi ki, konuk şefimiz Gürer Aykal’ın arandığını, etkinlikte yer aldığı için sorgulandığını, TOBAV Mandolin Orkestrasının “rakip” olarak nitelendirildiğini, onca iyi niyet ve çabanın hiçlenmeye çalışıldığını öğrendim. Şaşkınlık ve üzüntüyle belirteyim ki bu beyanların sahibi, çabasını alkışlayıp katkıda bulunmaya çalıştığımız YKKE derneğinin başkanıydı. Kutlama ve katılım beklerken, olanlara bakın!

Şimdi bunun nesini eleştireyim, sorayım? Köy Enstitülerini sevmenin ve savunmanın kimsenin tekelinde olmadığını mı? Bir etkinliğin eleştirilmesinin, onu izlemekle, söylemini dinlemekle mümkün olabileceğini mi? Mandolin Orkestrası kurmanın, hangi rekabeti doğurduğunun açıklanması gereğini mi? Muhatapları ortadayken, neden konuk şefimizin arandığını ve sorgulandığını mı? Bir yanıt varsa, bu köşede aynen yayınlanacaktır.

Hasan Ali Yücel’in “Vatanın dağlarında bayırlarında kırlarında, hatta en ücra yerlerinde kendi başına açıp solan çiçek bırakmayacağız!” sözü, bizim için bir görev tanımıdır. Mandolin Orkestrasını her yere ulaştırıp, yenilerinin kurulmasını yüreklendirmek, sorumluluğumuzun gereğidir. TOBAV İzmir, bu işleri “nostaljik anma” ve kişileri parlatma adına yapmıyor. Asla unutulmamalıdır.