Atatürk'ün adını, Türk ve dünya tarihi üzerindeki o altın harfli adını “silmenin, yok etmenin, aşağılamanın, küçümsemenin, karalamanın” bir yararı olmayacağını hala anlamadı bu andavallı...
Dün klavyenin başına geçti ve bütün gün hakaret, küfür etti, O'nun aziz hatırasına iftira attı.
Anma görüntülerini izledikçe ve insanların yarım ekmek döner karşılığı değil, gerçek saf sevgi ve saygısını ilettiği yazıları okudukça iyice delirdi.
Alay etti, dalga geçti.
“Ne oluyor ayol, İsrafil Sur'a üflüyor zannettim, meğer o 10 Kasım imiş” yazıp şaka yaptığını zannetti mesela...
Gün ışığı görmemiş beyni ve küçük dünyasının sefil espri anlayışıyla...
“Saat 09.05'te yürüyor musunuz, yoksa koşuyor musunuz?” diye sorup pek yaratıcı iletisini gülücük parantezleriyle bitirdi.
“Geçen nesiller yeteri kadar derine gömememiş, biz gömeceğiz inşallah” deyip irinli ağzıyla dua ettiğini sandı.
Neyse işte 10 Kasım'ı Ata'yı anma günü değil, bayram olarak “kutladı”!
Yani öyle yapmaya çalıştı.
Beyhude bir çaba ile...
Oysa biz...
oncel1Her gün ilkelerine daha sıkı sarılıyoruz.
Bir zamanlar ne büyük ve gerçek bir dünya liderine sahip olduğumuzu, bugün satılık davar gibi değil de insan gibi yaşamamızı o büyük siyaset adamına, kahraman askeri dehaya borçlu olduğumuzu daha iyi anlıyoruz.
Ona bu ülkede yaşanan her akıl almaz rezillikten sonra daha büyük saygı duyuyoruz.
Hırsıza, uğursuza, köle olma meraklılarına, el-ayak yalama ustalarına inat bize millet olmayı, dik durmayı, biat etmemeyi, vatana, cumhuriyet rejimine ne pahasına olursa olsun sahip çıkmayı öğrettiği için minnet besliyoruz.
Dün en yoğun duygulu, en gözyaşı dolu, ama birbirimize en sıkı dayandığımız 10 Kasım'dı galiba.
İçimde ölen bazı umutları tekrar uyandırdı.
Yani andavallı arkadaşım, senin dirin beş para bile etmez ama Atamın naaşı bile işe yaradı.
(Andavallı arkadaşın kimliği: Dün bütün gün Atatürk'e, devrimlerine ve cumhuriyete hakaret etmeye doymayanların her biri...)

Bir daha dirilmemek üzere

Şunu da buraya bırakalım, belki lazım olur:
(Mustafa Kemal Atatürk'ün 16 Mart 1923 tarihli konuşmasından...)
“Bizi mezara götüren asıl sebep neydi? Bunu hiç şüphesiz mahiyeti idaremizde aramalıdır.
oncel2O saraylar ve sarayların etrafını çeviren hainler asırlarca bu milleti gaflette bıraktılar; onu nura koşmaktan menettiler.
Onlar bu milleti ve memleketi yalnız iki zamanda düşünürlerdi: Biri paraya biri de askere muhtaç oldukları zaman!
Bir baştan memleketi soyarlar, diğer yandan milletten aldıkları askerle Viyana'yı, İran'ı zapt için fethe kalkarlardı.
Halbuki milletin o fetihte hiçbir milli emeli, isteği ve menfaati yoktu.
Onların hırsı, onların şan ve şerefi için, bu milletin evlatları bir daha dönmemek üzere onların arkasından sürüklenirdi.
Sonra onların, saraylardaki depdebe ve gösterişi için paraya ihtiyaçları vardı.
Bu parayı milletten sopa ile alırlardı.
Bütün bunların neticesi milleti fakre, harabiye, nihayet ölümün kıyısına götürdü.
İşte bu tarzı idareye padişahlık idaresi denir.
Arkadaşlar bu idareyi 'bir daha dirilmemek üzere' tarihe gömdük.”