Geçen hafta bir çerçeve çizerek giriş yapmıştık. Konuyu, o yazımızın devamı olarak sürdürüyoruz. 

İzmir’de Şehir Tiyatrosu kurulması gerektiğini dile getiren görüşler, genel olarak telaşlı bir “temenni” karakteristiği taşır. Gecikmişliğin sıkıntısı, yaşanmışlıkların başarısızlığı, dünden bugüne işe mesleki uzmanlardan çok, iyi saatte olsun azmanların karışması nedeniyle, bu temenniler kuşku, tedirginlik ve “aman ha!” uyarılarıyla yüklüdür. İşin teknik, bürokratik, ekonomik ve yasal ayrıntılarına girilip, somut bir model sunulduğuna; bir başka deyişle temennilerin, elle tutulur öngörülere dönüştürüldüğüne pek rastlanmaz. Çünkü temenni sahiplerinin ezici çoğunluğunu sanat emekçileri oluşturur ve onlardan bütün bu ayrıntılara sahip olmaları beklenemez. Asıl işi bunları halletmek olan kesimin, işi gücü bırakıp sanata dair ahkâm kesmesine ise sıklıkla rastlanır. Yani garip bir paradoks, zamanları emekleri çalıp gitmiştir. Buna bir son vermeliyiz.

Eksiklik, sanat emekçilerinin temennilerini yönlendirecek, yasal tabanını oluşturacak, kurumsallaşmanın gereklerini sağlayacak kadrolarda ve elbette onları seçip atamakla sorumlu belediye başkanlarındadır. İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu kurulacaksa, öncelikle bunun çok iyi bilinmesi gerekir.  

Bir başka deyişle, bir Şehir Tiyatrosu kurulacaksa, andığımız konular başta olmak üzere, çok geniş, ayrıntılı ve sağlam bir hazırlık sürecini yaşamak gerekir. Geçen hafta “Bir tiyatronun yapacağı en son iş, oyun sahnelemek olmalıdır” derken, tam da bunu söylemeye çalışıyorduk.

Bugün hemen her yerel yönetimin, bir “tiyatrosu” var. Oyunlarını izlemekten, başarılarını alkışlamaktan ve bir tiyatromuz daha var demekten onur duyuyor, yol açan belediye başkanını takdir ediyoruz. Ama biz, baştan beri değindiğimiz, olmazsa olmazlarını sağlamış bir tiyatro yapılanmasını mı, yoksa o gün izlediğimiz bir oyunu mu alkışlıyoruz? İşte sorun buradadır.

Bir yerel yönetimin ve başındakinin hayata bakışı, entelektüel yapısı ve kentine biçtiği konum, her işte olduğu gibi, o kentteki kültür ve sanat kalitesini de belirlemektedir. Peki, onlar gidince, yerine bakışı, yapısı, konum tercihi farklı biri ve kadrosu gelince ne olacaktır? Yanıtı merak ediyorsanız, daha düne kadar ulusal ve uluslararası platformlarda kentini ve ülkesini temsil eden yerel yönetim tiyatrolarının neden buharlaştığını, cılızlaştırıldığını, bugün onca emekle yetiştirilmiş kadrolarının park ve bahçelerden mezarlıklara neden dağıtıldığını araştırmalısınız.

OHAL, KHK, Kayyum vb. ile sanata yaklaşımı da mahvedilmiş, bu bağlamdaki yapılanmaları çökertilmiş yerel yönetimleri, tiyatrolarını ve yaşamları dinamitlenmiş emekçilerini de merak etmelisiniz. O kadar uzağa gitmeyin, bu ülkenin onur anıtlarından 105 yıllık İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının, kimler tarafından didiklendiğini, kaç çalışanın iş ve ekmek yoksunu bırakıldığını, başına ne çoraplar örülmeye çalışıldığını sorgulamalısınız. Ama bütün bunlara rağmen, İBBŞT’nin nasıl ayakta durduğunu da, bir zahmet araştırmalısınız. Diyeceksiniz ki, İmamoğlu geldi ve her şey düzelecek. O zaman bu yazıyı bir daha baştan okumalısınız.

İzmir’de bir Şehir Tiyatrosu kurulacaksa, bunun yolu yılların beklentisine, kestirme, ucuz ve popülist yaklaşımlarla “çare uydurmaktan” geçmemelidir. Kadroları sağlanmadan, bu bağlamdaki politikası kesinleştirilip yasal güvenceye kavuşturulmadan, mevzuatı ölçülüp biçilip kesinleştirilmeden, alt yapı sorunları çözülmeden, kısa-orta-uzun vadeli stratejisi belirlenmeden, kentin bu anlamdaki birikimi değerlendirilmeden bu iş yapılamaz. 

Şu işi önümüzdeki hafta da konuşacağız. Derdimiz, yeni pişmanlıklar ve düş kırıkları yaşamamaktır. Derdiniz bu değilse, yazdırın “Şehir Tiyatrosu” tabelasını, çıkarın bir oyun, yönettirin medyatik birine, olsun bitsin!