Önce esaslarda buluşmamız gerekiyor. Demokrasi, genel anlamıyla siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun, tüm yurttaşların “eşit” sayıldığı yönetim biçimidir. Yunanca “Dimokratia” sözcüğünden türemiş, dilimize Fransızca “Démocratie” sözcüğünden geçmiştir. Kavram, türleri ve uygulama biçimlerine dair geniş bilgilenmeyi, bir tuş sayesinde elde edebiliriz. Ahvale bakarak, “nasıl olamayacağını” görmek de mümkündür ve bu yazılık sınırımız, kavramın sanat ve demokrasi ilişkisindeki yeridir.
Mesela, muhafazakâr cenahın “sanatta başarısız kaldık” itirafının en önemli nedenlerinden biri de, sanat ve demokrasi algısının ve aralarındaki bağlantıya dair okumalarının hayli sorunlu olmasındandır. Neden?
***
Sanat hayattan alınanın, düşünsel ve estetik imbiklerden ve her dalın kendine özgü yapılanma-sunulma gereklerinden sonra, hayata iade edilmesidir. Hangi dalda üretilirse üretilsin, sanat “çelişkilerden-çatışmalardan” yola çıkar. Çelişki ve çatışmadan meram, yapıtta kan gövdeyi götürmeli değildir kuşkusuz. Sanat, olana dair bir üretim yaparken, olması gerekene dair öngörülerini, insan-insan, insan-doğa, insan-toplumsal yapı vb. üstünden kurar ve seçilen dalın estetiği üstünden sunar. Sanat adına üretilen pek çok şeyin, bu öz-biçim ilişkisinden mahrum olması, bir başka deyişle “söz” oluşturayım derken estetiği, “biçim” sunayım derken içeriği elden kaçırması ve nitelik açıdan değersizleşmesi bu yüzdendir. Slogan ya da hamasetten medet uman ile süs-biçim arayışının her şeye yeteceğini sanan anlayışların “başarısızlık ortaklığı”, bunu bilememek yüzündendir. Bu sorunlardan kurtulmak ya da yitip gitmek, sanatla uğraşanın yapısıyla-duruşuyla ilintilidir. “Sanatla uğraşan”dan kastedilen, yalnızca üretici değil, aynı zamanda sanat tüketicisi ya da alıcısıdır. Yani sorun karşılıklı olarak yaratılmakta ve yaşanmaktadır. Nasıl? Sanatın, üreten açısından yalnızca “terennüm, tezyin, temaşa” olarak görülmesi ilk adımdır. Tüketen açısından da “boş zamanlık eğlence, işlenen sorunların o sorunları yaratanlarca giderileceğine dair kabullendirme, olup bitenin kaderden ötede tartışılamayacağını dayatma ve sistemi tartışmasız onaylatma” olarak görmek, ikinci adımı oluşturur. Hal böyle olunca, sanattan önce demokrasi algısı açısından vahim sorunlar olduğunu söylemek, büyük bir iddia sayılmamalıdır. Bu işin “sanat algısına” yönelik fotoğrafıdır. Peki, sanatçı “demokratik tavrını” yapıtına nasıl yansıtır? Bildiğimizi sandığımız yerden, tiyatrodan anlatmaya çalışalım.
***
DÜGSF’de Turgut Özakman hocanın sınıfında sevgili bir arkadaşımız vardı. Yazdığı oyunların “rolleri açıklama bilgileri”nde, sevdiği oyun kişilerini ballandıra ballandıra anlatır, sevmediklerini “kötü kadın, pis adam, iğrenç kayınvalide” gibisinden hakaretlerle tanımlardı. Hocanın tanımıyla o arkadaş, “Temsil ettiği yazar türünün ilk, tek ve son örneği”ydi. O arkadaşımızın –ve o zamanlarda bizlerin- bilmediği şuydu: mesela Shakespeare, yalnızca Desdemona’yı masumiyetin iyiliği, Othello’yu kıskançlığın kuşku ve koşullanmışlığı ile donatarak değil, Iago’yu da mükemmel bir “kötü” olarak işlemesiyle büyük bir yazardı. Yanisi şudur ki, Shakespeare Usta, her karakterini neden-sonuç diyalektiği içinde işleme başarısını yakaladığı, bir başka deyişle onların kendilerini anlatmalarına, demokratik bir yetkinlikle fırsat tanıdığı için ölümsüzdü. Karakterlerine, tüm yan etmenlerle ortam yaratmış ve kendilerini tanımlama olanağı vermiş, gerisini izleyicisinin algısına ve yorumuna bırakmıştı. Bilmem ki, örneği sanat-demokrasi ilişkisi açısından uzun uzun açıklamaya gerek var mıdır? Tüm büyük yazarlarda olduğu gibi Shakespeare de, yaşadığı dönemin demokrasiyle bir ilgisi olmasa da, sanatın özünde taş gibi duran demokrasinin gereklerine göre davranmıştı. Tıpkı, bestelediği senfonide, kemanlar kadar obua ya da davullara da kendilerini tanımlama olanağı veren büyük besteciler gibi…
Geliniz, sanatın işleyişinde, örgütlenmesinde ya da kurumsallaşmasında demokrasinin yerini haftaya konuşalım.Sorunun muhabbet açısından en keyifli ama artık sağlam biçimde konumlandırılması gereken yanlarından biridir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak deniyor. Sanat bundan azade tutulabilir mi, “Ben yaptım, oldu!” diyenler görmezden gelinebilir mi?