Hepimizin malumu Kahramanmaraş merkezli 7.7 büyüklüğündeki depremle 10 ilimizde; Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis ve Malatya’da altından kalkamayacağımız bir acıyla karşılaştık. Millet olarak bu acının ağır yükünü günlerdir hissediyoruz. Bu nedenle yaralılara acil şifalar, ailesini ve yakınlarını kaybedenlere ise başsağlığı diliyorum. Yaramız hep aynı yerden kanıyor.

Tüm bu acıların aralarında televizyonda, gazetelerde deprem uzmanları önemli bir gerçeğe de dikkat çekiyor. Binaların sağlam olmamasının yanı sıra bir de bu yapıların konumlandığı zeminlerin yapısı önemli bir detay olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle Hatay üzerinden örnek vererek ilerleyeceğim. Hatay için deprem uzmanları kentin konumlandığı zeminin alüvyon özellikte olduğuna dikkat çekerek, bu tür zeminlerin yapılaşma için güvenli olmadığını aktardı. Yani zemin yapısı bir binayı güçlü bir şekilde tutacak durumda değildi. Tabi bu yıkımın nedeni olarak sadece zemini gösteremeyiz. İşin içine diğer birçok faktör giriyor.

Ancak ben işin sadece bu yönünü bu yazımda ele alacağım.

İZMİR'DE DE DURUM AYNI

Alüvyon topraklar derin ve geçirgen yapıya sahiptir. Bu nedenle bitki besin maddeleri bakımından zengindir. Kum, kil ve çakıldan oluştuğu için kolay işlenirler. Onun için Türkiye'nin en verimli tarım alanları bu verimli topraklardır. Alüvyal toprakların en yaygın olduğu yerler deltalardır. Vadi tabanlarının genişlediği yerlerdeki akarsu boyu ovaları da alüvyonal topraklardan oluşur. Ayrıca pek çok ovanın tabanındaki verimli tarım toprakları da alüvyondur. Bunların başlıcaları; Kuzey Anadolu fay zonu üzerinde bulunan çöküntü ovaları, Güney Marmara ovaları, Ege bölümünde; Bakırçay, Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes ovaları ve Doğu Anadolu’da; Erzincan, Erzurum, Pasinler ve Muş ovaları ve diğer ovalardır. Tarım için uygun olan bu araziler günümüze kadar geçen sürede adeta beton tahribatına uğramış ve bugün çoğunun üzerinde kent merkezleri inşa edilmiş haldedir. Kentimiz İzmir için de durum farklı değil. İzmir’in eskileriyle konuştuğumda Halkapınar civarında bamyadan çileğe bir sürü ürünün yetiştirildiği tarlaların olduğunu söylüyorlar. Hatta akarsulardan göllerden bahsediyorlar. Ama bugün gelinen noktada hava kirliliğinden tutun da gürültü ve görüntü kirliliğine sebep olan kocaman bir kent var.

KİMSENİN BURNU KANAMADI

Kentin yanlış yere kurulmasından kaynaklı İzmir’de 30 Ekim 2020 günü bizler de büyük bir acı yaşadık. Bugün benzer bir durum Hatay ve diğer depremin vurduğu iller için de geçerli olduğu söyleniyor. Yani bugün bu acıların yaşanmasındaki sebeplerden biri de tarım yapılması gereken, belki salatalık, domates yetiştirilmesi gereken yerlere bina dikilmesidir. Ben deprem uzmanı değilim ancak maalesef bu zamana kadar deprem uzmanlarıyla bu konuları çok konuştum. Bu nedenle doğaya aykırı, doğadaki düzeni bozacak işler yapmanın sonucunda bu şekilde geri döndürmesi çok zor bir sonuçla karşı karşıya kalıyoruz. Bugün o bölgedeki depremzedelerin yaşadığı kayıpları hiçbir güç telafi edemez. O nedenle devletin felaketlerden sonra değil, öncesinde önlem alması gerekir. Çünkü iş işten geçtikten sonra bölgeye gitsek de herkese ulaşamıyoruz. Bugün olduğu gibi binlerce kayıp vermiş oluyoruz.

Hazır devlet demişken; biraz da bu tarım arazilerinin nasıl imara açıldığını, rant için insan hayatından nasıl vazgeçildiğini ve devletin bu denli büyük hatalara göz göre göre nasıl göz yumduğunu ele alalım.

'Göz yumuyor' diyorum çünkü bugün bu sonuçlarla karşılaşmamamız için ciddi bir adım atıldığını, rant için uğraşanların cezalandırıldığını hiç göremiyoruz. Yazımı tüm bu olaylara karşı doğru bir örnek ile sonlandırmak isterim. Büyük can ve mal kaybına neden olan 17 Ağustos 1999 depremini bir çoğumuz bizzat yaşadı bir çoğumuz ise sonradan öğrendi. Ama herkes bilir. O depremde de herkesin yardımına gerektiği sürede koşulamadı, bugün de durum ondan farklı değil. Ancak o büyük depremde sadece bir yerde, zamanında belde olan Tavşancıl’da bir taş bile devrilmedi. Kimsenin evi yıkılmadı. Oysa Tavşancıl da depremin merkezinde yer alan bölgelerden biriydi.

Oradaki vatandaşların burnunun dahi kanamamasının tek nedeni dönemin Tavşancıl Belde Belediye Başkanı Salih Gün’ün deprem kuşağında yer almaları nedeniyle oy kaybetmeyi dahi göze alarak aldığı imar kararlarıydı. Haberlerde ilkokul mezunu bir belediye başkanı olan Gün’ün babasına dahi imar izni vermediği belirtiliyor. İşte bugün Türkiye’nin Salih Gün gibi yöneticilere ihtiyacı var. Para uğruna halkının, vatandaşlarının canını hiçe saymayacak yöneticilere…