Ekonomistlerin en zayıf yanı, ekonominin hukuki ilişkilerin sonucu olduğunu, sorunların çözümünün hukuktaki sorunları çözmekle başladığını göz ardı etmeleri.

Cevdet Yılmaz ile Mehmet Şimşek ekibinin hazırladığı, Orta Vadeli Program (OVP) bunun bir örneği.

OVP, Eylül 2021’de %21 olan enflasyonun birdenbire %80’in üzerine çıkmasını, gelişmiş ülkelerde parasal sıkılaştırmanın yetersizliği, Ukrayna krizi, gıda ve enerji fiyatlarındaki artış ve salgının (Kovid 19) etkileri gibi dış sebeplere bağlamış ancak Türkiye’deki enflasyonun diğer ülkelerden neden bu kadar farklı ve yüksek olduğunu açıklamıyor; sebebinin Merkez Bankası’nın politika faizini indirmesi olduğunu söylemiyor.

Merkez Bankası’nın “fiyat istikrarını sağlama” görevini ihlal ederek enflasyonu bir çırpıda azdırmasının, kira artışlarının %25 ile sınırlanmasında olduğu gibi, milyonlarca hukuki ilişkinin tamamında dengeyi bozduğunu, bunun da toplumsal uzlaşma ve dayanışmayı zedelediğini; kur korumalı mevduat (KKM) gibi vergilerimizi zenginlerin cebine akıtan ucube uygulamalar ve ücretlerde, emekli maaşlarında enflasyonu karşılamayan artışlarla gelir adaletsizliğinin daha da derinleştiği bu şartlarda katma değeri yüksek üretim yapılamayacağı da göz ardı ediliyor. Program, sorunları kökten çözmek yerine finans piyasalarını faiz ödeyebilir ve borç çevirebilir halde tutmayı hedefliyor.

OVP’de “ekonominin daha rekabetçi yapıya kavuşturulması, istihdamın, ihracatın ve üretimin artırılması” temel amaç olarak belirtiliyor. Fakat adil bir hukuk ve ekonomi düzeni kurmadan iş ve yatırım ortamının düzelmeyeceği göz ardı ediliyor. Genel geçer ve kendi içinde çelişkili ifadelerle arkaik temenniler tekrar ediliyor: Yargıda ihtisaslaşma geliştirilecek, ihtisas mahkemeleri güçlendirilecek, devlet ile vatandaş arasında sulh usulü geliştirilecek, yargılama süreçleri etkinleştirilecek, icra iflas sisteminin etkinliği artırılacak, hâkim, savcı, bilirkişi ve arabulucuların sayıları artırılacak, yetkinlikleri geliştirilecek, alternatif uyuşmazlık çözümü tahkim, uzlaşma, arabuluculuk ve tahkim güçlendirilecek, tahkim teşvik edilecek, İstanbul Tahkim Merkezi’nin yapısı, kapasitesi ve küresel görünürlüğü artırılacak.

Fikri mülkiyet konusunda “toplumsal bilinci ve farkındalığı artırmak üzere hukuki altyapı güçlendirilecek” deniliyor ama hızla artan taklit üretimin zararlarından ve bu hakları korumanın gittikçe zorlaşmasından bahsedilmiyor!

***

Bir süre önce, yavaşlayan İtalyan ekonomisinin sorunlarını çözmek için göreve getirilen Mario Draghi, İtalyan yargısını hızlandıracak reformlar önermişti. Bu kapsamda İtalyanlar bilirkişileri hakimlerin değil davanın taraflarının seçip görevlendirmesini tartışıyorlar.

Türkiye’nin adalet yönetimi, bilirkişileri hâkim yardımcısı gibi çalıştırma sevdasıyla bütün sakıncalarına ve aklı eren herkesin karşı çıkmasına rağmen, yozlaşmış bilirkişiliği yargı sistemine monte etti; bilirkişilere de hâkim gibi koruma sağladı. Hâkimler adeta evrak toplama görevi için varlar gibi, tarafların hiç tanımadığı, iddiasını veya savunmasını anlatma imkânı bulamadığı kişiler bilirkişi atanıyor, dosyaların özetini çıkararak verilecek hükmü hâkimlere tavsiye ediyorlar. “Hüküm bilirkişinin, takdir hakimindir” anlayışı ile mahkemeler, adeta önyargılarla ve el yordamıyla karar verilen yerlere dönüştü.

Daha İyi Yargı Derneği olarak 2014 yılında uyuşmazlıkların etkin olarak çözümü için geliştirip Adalet Bakanlığı’na ve Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üyelerine, dört-beş sene süren davaları en çok üç-dört ayda sonlandıracak çözüm önerilerini anlattık. 2021’de ekonomi ve adalet bakanlıklarına sekiz başlıkta 80 somut öneri verdik. Buna rağmen, adalet ve ekonomi bürokrasisi hala arkaik temennilerle gelişigüzel programlar yazmakta ısrar ediyor. Türkiye ekonomi ve adalet yönetimi İtalya’dan ve Mario Draghi’den ders alamaz mı?