Osmanlı arşivinde 10 Muharrem ve aşura konusunda birkaç resmi belge korunmuştur. Bunlar incelendiği zaman, Osmanlı idaresinin 10 Muharrem’e, ilk olarak, Şiiler ile Sünnilerin birlikte yaşadıkları bölgelerde asayiş-güvenlik açından baktığı görülmektedir. Şiiler ile Sünniler arasında herhangi bir vukuatın çıkmaması için valilere talimat gönderilir ve gerekli tedbirlerin alınması istenirdi. Osmanlı idaresi 10 Muharrem’in siyasi ve askeri açıdan ayrıştırıcı bir olay olarak takdim edilmesini istemezdi. Bir belgeye göre, Edirne’de Işıklar (gayrisünni gruplardan biri) aşura gününde sancak çıkarıp kös (büyük davul) ve nakkareler (küçük davullar) ile şehir merkezinde dolaşmayı adet edinmişlerdi. 1559 tarihinde İstanbul’dan Edirne kadısın gönderilen bir emir ile bu adet yasaklandı. Demek ki, Osmanlı idaresi gayrisünni cemaatlerin 10 Muharrem’i bahane ederek şehirlerde vukuat çıkarmalarının önüne geçmek istedi. Buna rağmen özellikle İranlıların yaşadığı yerlerde 10 Muharrem’de asayişle ilgili sorunlar çıktığı belgelenebiliyor. 1889’da Musul’da ‘mülhidler’ aşura günü toplanarak bayrak kaldırmışlardı. Musul’un Ömeriye mahallesinde yaşayan ‘ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in kapılarını taşlamışlar ve duvarlarını yıkmışlardır. 1906 yılında Kazımiye Camiinin giriş kapısı üzerindeki İran tuğrası yerine Osmanlı tuğrası konulduğu zaman Şiiler hadise çıkardılar. Osmanlı idaresi, 10 Muharrem’de, Şiiler ile Sünnilerin birlikte yaşadığı Kazımiye, Kerbela, Bağdat ve Basra gibi yerlerde sorun çıkmaması için asayiş tedbirleri alırdı.

İkincisi, 10 Muharrem’de aşure pişirme ve dağıtma geleneği Osmanlı saraylarına ve bazı tarikatlara girdi. Aşuranın ilk olarak ne zaman pişirildiği ayrı bir araştırma konusudur. İstanbul’da Saray-ı Cedid ve I. Abdülhamid’in imarethane mutfağında, Harem Dairesinde, Mevlevi, Bektaşi, Şazeli ve Aziz Mahmud Hüdayi dergâhlarında aşuralar pişirilir ve fakirlere dağıtılırdı. Öncelikle aşura malzemesi temin edilirdi. Saray mutfağı için bol malzeme satın alınırdı. 1725 tarihli bir belgeye göre, saray mutfaklarında pişirilen ‘aşura-i hümayun’ için buğday, bal, bögrülce, bakla, nohut, kırmızı üzüm, incir, armut kurusu, kuş üzümü, hurma, siyah erik, kestane, badem, fındık, razakı üzümü, nohut, elma, gülab (gül suyu) ve süt satın alınmıştı. 1762 tarihli başka bir belgeye göre, aşura için, şeker, badem, nohut ve gülsuyu (ab-ı vard) satın alındı. Saray ve tarikat mutfaklarında genellikle ‘aşura testisi ve güğümlerde’ pişirilen aşuralar öncelikle üst düzey devlet erkânına dağıtılır ve bu dağıtım ‘aşura tevzi defteri’ denilen defterlere kaydedilirdi. 1798 yılında seksen beşten fazla üst düzey görevliye, padişah da dâhil olmak üzere, aşura dağıtılmıştı. Padişahlar kendisine aşura getirenleri nakit para ile ödüllendirirdi. 1806 yılında padişah, Aşura günü kendisine aşura getiren yirmi iki kişiye nakit para ihsanında bulundu. 1815 yılında Bab-ı Ali’ye aşura getiren aşçıbaşıya samur kürk giydirildi. Aşura pişirmekle hem idare hem de tarikatlar 10 Muharrem’de Yezid’in katlettirdiği Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyn’in matemini Şiiler ile paylaşmayı hedeflerlerdi. Bir dönem sadrazama da divanda aşura verme geleneği oluştu. 10 Muharrem’de kara ve deniz komutanlarına, kâtiplere, kaptan paşaya, tıp ve mülkiye öğrencilerine aşura gönderilirdi.

1762 tarihli bir belgeye göre, 10 Muharrem’de İmam Hüseyn’in Halep’te bulunan makamında aşura pişirildi ve fakirlere dağıtıldı. Yine Halep Mevlevi Dergâhında aşura pişirildi, dağıtıldı ve mevlüt okundu. İstanbul’da Darülaceze’de aşura pişirildi. 1869 tarihli bir belgeye göre Sinan Çelebi İmaretinde aşure pişirildi ve fakirlere dağıtıldı. 1890 tarihli bir belgeye göre ise İstanbul’da Şazeli ve Aziz Mahmud Hüdayi Dergâhlarında her yıl 10 Muharrem’de aşura pişirilir ve fakirlere dağıtılırdı. 1896 tarihli bir belgeye göre İstanbul’da Bektaşi Dergâhında aşura pişirildi, dağıtıldı ve mersiye okundu. Sadece aşura pişirmek ve dağıtmak için vakıflar da kuruldu.

Osmanlı uleması aşura ve aşura gününün faziletini tebarüz ettirmek amacıyla risaleler kaleme aldı. Ancak devlet açısından bu risalelerin mezhebi ihtilafları körüklememesi gerekirdi. Evkaf-ı Hümayun kassamı Şükrü Efendi, aşura gününün fazileti hakkında ‘İrşad al-amal’ isimli Arapça bir risale kaleme aldı, ancak devrin inceleme kurulundan basımı için izin alamadı. Yine, Batumlu Hafız Ali Efendi, ‘Fezail-i yevm-i aşura’ başlıklı Arapça bir risale yazdı. Bu konuda başka risaleler de vardır.