Gelin yüz yıl geriye dönelim...
Yer Ankara Ziraat Mektebi.

Okul kapalı olduğu için kullanılmıyor.
Mustafa Kemal tam 118 gündür bu okulda konaklıyor.

Okul aynı zamanda karargah, telgrafhane...
Bazı Heyet-i Temsiliye üyeleri de bu binada kalıyor.
Binanın ikinci katındaki zamanın koşullarına göre büyük sayılabilecek salon, Mustafa Kemal'in görüşme ve çalışma odası.
Salon, kenara kurulmuş bir sac soba, bir-iki koltuk, birkaç sandalye ve bir masadan ibaret.
Tarih 22 Nisan 1920...

Gecenin hayli ilerlemiş saatleri.
Mustafa Kemal, zaman zaman masadaki kağıtları karıştırıyor, okuyor, düzeltmeler yapıyor.

Yükselen ateşinin ve yoklayan böbrek ağrılarının farkında bile değil.
Pencereden karanlık Ankara silüetini izliyor.

Ertesi gün devletin temelinin atılmasını, Meclis ile dış güçlere karşı savaşı ve Osmanlı düzenine karşı devrimi yönetecek yepyeni ulusal bir devletin kuruluşunu düşlüyor.
Biraz dinlenmek üzere odasına çekildiğinde puslu ve serin bir sabah pencerelere dayanmış oluyor. Peynir ve ekmekten oluşan kahvaltısını yaptıktan sonra boz astragan kalpağını giyiyor ve yola çıkıyor. Hacı Bayram Camiinde kılınan Cuma namazından sonra, İttihat ve Terraki Cemiyeti'nin eski kulübü olan Meclis binasına hareket ediyor.
O Meclis binası ki çatısı bile Ankara'daki evlerin çatılarından sökülen kiremitlerle, kahvehaneden çıkarılan asma lambayla yokluklar içinde onarılabilmiş eski bir yapı...
Üç yüz metrelik yol, halkın tezahüratı ve izdiham dolayısıyla ancak bir saatte alınıyor.
Ulu Önder bir yıl sonra Hakimiyeti Milliye Gazetesi'ne verdiği röportajda o günü şöyle anlatıyor:
'23 Nisan Cuma günü öğleden sonra yaklaşık saat ikide Meclis Binası'nın kapısından girerken, günlerden ve gecelerden beri bütün varlığımı meşgul eden fikir ve duyguya dalmış bulunuyordum.

İçeriye girip Meclis salonunu dolduran milletvekillerinin güven ve sevgiyle bana baktıklarını gördüğüm zaman teşebbüsümüzün milletin isteğine, beklentisine uygunluğunu bir kez daha anladım. Ve artık benimle ortak düşünce ve istekte milletin düşünce ve isteğini tamamen temsil eden bu arkadaşlarla beraber çalışacağımdan dolayı büyük mutluluk duydum.'
Açılış töreninden sonra Meclis'in en yaşlı üyesi Sinop Mebusu Şerif Bey'in yaptığı açış konuşması ibretliktir;

“Bağımsızlıkla yaşamak kararında olan ulusumuz, tutsaklık durumunu kesinlikle ve şiddetle reddederek ve hemen vekillerini toplamaya başlayarak yüksek meclisimizi oluşturmuştur. Bu yüksek Meclisin başkanı olarak ve Tanrı'nın yardımıyla ulusumuzun içve dış bağımsızlığı içinde kaderini kendi eline alarak yönetmeye başladığını bütün dünyaya bildirerek Büyük Millet Meclisi'ni açıyorum.”
İşte Meclis'in açılışının kısa öyküsü böyle.
Yarın yüzüncü yıl kutlanacak. Elbette bu Korona belası nedeniyle, bu yıl biraz farklı kutlamalar olabilir. Ancak Meclisimiz bu farklılıkları aşamaz mı? Yüzüncü kuruluş yılında halkın seçtiği, Meclis'e yolladığı temsilcilerin, o gün Meclis'te bulunmanın gururunu taşımaları gerekmiyor mu?
Meclis Başkanı beyefendi buyurmuşlar;
''Hastalık salgını nedeniyle bu yıl özel oturumun az katılımla olmasını arzu ediyoruz. Zaten cumhurbaşkanımız da katılmayacak''
Gerekçesi muhteşem (!) Milletvekillerin salgından korumayı amaçladığını söylüyor.

Ayrıca kendi görüşü mü, yoksa şahsımın talimatı mı? Bilinme... İlave ediyor:
''Meclis'teki törene siyasi partilerimizin başkanları da katılmazsa iyi olur. Eğer genel başkanlar katılmazsa milletvekillerinin katılımı da düşük olur. ''
Vay ki ne vay. Bugüne kadar dişim ağrıyor, başım ağrıyor saçmalıklarıyla törene katılmayanlar, şimdi salgını gerekçe göstererek yüzüncü yılı işlevsizleştirmeye çabalıyorlar.
İyi güzel de tam kadro İnfaz Yasası'nı çıkartırken salgın yok muydu?
Şimdi top muhalefet partilerinde. Yarın Meclis'te neler yapacaklarını hep birlikte izleyeceğiz. Umarım İnfaz Yasası'ndaki rezaleti bu millete tekrar yaşatmazlar.
Tasarının oylanmasına toplam 51 milletvekiliyle katılıp, iktidar partilerinin gecenin üçünde ekledikleri ve gazetecilere özgürlüğü kısıtlayan maddeyi ertesi gün televizyonlardan öğrenmişlerdi.
Hiç kimse (zaten aritmetik üstünlükleri vardı, yasa bize rağmen geçecekti) mazeretinin arkasına saklanmasın. Biz aritmetik üstünlüğü değil, siyasal üstünlüğü arıyoruz...