7 Şubat 1923. Garp Cephesi’nin kahraman komutanı İsmet Paşa, Lozan'dan ülkeye dönüşe geçmektedir. Paşanın Dışişleri Bakanı ve heyet başkanı olarak katıldığı Konferans akamete uğramış ve karar alınamadan dağılmıştır. Paşa trenle Lozan'dan ayrılır. Avrupa'da kara kış hüküm sürmektedir. Bükreş'ten Köstence'ye geçilir. Limanda bekleyen Gülcemal Vapuru ile 16 Şubat'a kadar süren bir yolculukla korkunç fırtınalar atlatılarak İstanbul 'a varılır.

Asıl fırtınalar Lozan'da kopmuş, İsmet Paşa ve başkanlık ettiği heyet, burada emperyalist ülkelerin temsilcilerine karşı adeta ikinci bir kurtuluş savaşı vermiştir. Tüm baskılara   direnilmiş,  hiçbir ödün alamayan heyetler birer birer kenti terk etmişlerdir.

Konferansı izleyen tarihçi yazar Armstrong notlarında, ‘Bu kurul, ülkenin bağımsızlığı için canını dişine takabilmiş, düşmanını yenmiş bir ülkeyi temsil ediyor.’ diyordu.
 

Konferansta öncelikle adli kapitülasyonlar, Musul ve Boğazlar sorunları, Yunanistan'dan istenen tazminat, Karaağaç sorunu ele alınmıştı. Müttefiklerin sunduğu anlaşma taslağı 150 sayfaya ulaşan 160 maddeden oluşuyor, Türkiye'nin egemenlik haklarıyla birlikte bağımsızlığını da ortadan kaldırıyordu. Adeta Sevr yeniden hortlatılmak istenmekteydi.
İsmet Paşa emperyalist ülkelerin temsilcilerine tezimizi şöyle açıklıyordu:
''İlk istediğimiz şey, Türklerin çoğunlukla doldurduğu topraklarımızın mülki bütünlüğüdür. Bu noktada her ne biçim, ad ve bahane altında olursa olsun zerrece fedakarlığa muvafakat edemeyiz.''
Paşa ulusal egemenliğe aykırı hiçbir kaydın kabul edilemeyeceğini belirtiyor ve emperyalistlerin tüm taleplerini reddediyordu… Oturumun sonunda etrafını kalabalık bir gazeteci grubu sarmıştı;
'-Ne oldu Paşam?
- Ne olacak, hiç! Tutsaklık altına girmeyi kabul etmedik.
Birinci Lozan Konferansı bu koşullar altında sona ermişti. İsmet Paşa, İkinci Lozan konferansı öncesi bir Fransız gazetecinin (Neden hiç ödün vermiyorsunuz?) şeklindeki sorusunu ise şöyle cevaplıyordu;
-İsmet Paşa ya da Mustafa Kemal Paşa... Onlar Millet Meclisinin karşısına çıkıp (ülkenin yaşamsal noktalarından fedakarlık ettik, yaşamaktan vazgeçtik) diyebilirler mi?
HHH

Durum böyleyken, tarihi gerçekler bütün çıplaklığıyla ortadayken günümüzde bazı aklıevveller komplo teorileri üretiyorlar. Neymiş? Lozan Antlaşması’nın 100. yılında, Antlaşma sona erecek, gizli maddeler(!) açıklanacakmış... Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki hakimiyeti sona erecek, yeraltı servetleri ve doğal kaynakların kullanımı batı ülkelerine geçecekmiş. Bu komplo teorisyenlerine göre Sevr'in bazı maddeleri de yeniden yürürlüğe girecekmiş. Bunlar olumsuz safsatalar. Bir de olumluları var; 100. yılda Lozan'la engellenen haklara yeniden kavuşacağız. Artık izin verilmeyen yerlerden petrol, doğalgaz, altın ve bor madenlerini çıkarabileceğiz. Daha da ileri gidenleri var; Trakya'da yeraltında izin verilmediği için çıkarılamayan çiçekyağı yeryüzüne çıkarılabilecek. Aklımızla alay edenleri bile var. Milyonlarca ton ‘Jelibon’un yeraltından çıkarılacağını, ihraç edileceğini söylüyor adam.
İşin tuhafı ne biliyor musunuz? Bunları ciddi ciddi yazan gazeteler var. Tarihçi müsveddeleri var. Siyasiler var. Milletvekilleri var. Daha da tuhafı KONDA araştırma şirketinin yaptığı bir araştırmaya göre bu saçmalıklara inanan vatandaşların oranı yüzde 48 olmuş. Şimdi seçim meydanlarında bu konuda kim bilir neler dinleyeceğiz? Yüzde 48'in, 28'inin AKP'nin her söylediğine inananlar olduğunu varsayarsak geriye kalan yüzde 20 kim acaba?

 

Acımız büyük... Pazartesi günkü depremde yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet yaralılara acil şifalar diliyorum. Ulusça başımız sağ olsun .