Yapılan yanlış seçimlerin, baskıların, çeşitli hileli oyunların ve tüm kötü düşüncelerin galip gelebildiği bir evrende yaşıyoruz. Görünenlerden ve görünmeyenlerden çok daha fazla görmezden gelinen var. Haksız da olunsa, güce olan düşüncesiz saçma bir itaat var... Tutulmayan sözler var. Para uğruna, makam ve şöhret uğruna insanlıktan çıkmak var. Ve dahası acı, gözyaşı ve ölüm var. Ama hayat tüm bunlara rağmen akıyor. Sana, bana ve hatta ona rağmen akıyor.


***


İngiliz romancı, şair ve biyografi yazarı Penelope Fitzgerald 2000 yılında vefat ettiğinde 84 yaşındaydı ve hem parlak kariyerli hem de oldukça zorlu bir yaşamı geride bırakmıştı. The Bookshop, Offshore ve The Blue Flower gibi sayılı eseriyle ünü İngiltere'nin de dışına çıkan  Fitzgerald, son kitabı Mavi Çiçek dışında çevirisi olmadığı için ülkemizde pek tanınmayan bir yazar. Geçtiğimiz günlerde seçim sonuçları tartışılırken ben Karaca Sineması'nın koltuklarına gömülmüş onun kitabından beyaz perdeye uyarlanan İngiliz yapımı The Bookshop'u (Sahaf'ı) izliyordum. Evet Karaca'da, şu tüm AVM'lere rağmen Serdar Arslan tarafından ayakta kalması için savaş verilen, İzmir'in en keyifli buluşma noktasında.



Yönetmen ve senarist koltuğunda bol ödüllü İspanyol kadın sinemacı Isabel Coixet var. Tipik bir İngiliz kasabası görünümündeki Hardborough’da geçen filmin baş kahramanı, 2. Dünya Savaşı’nda eşini kaybetmiş olan ve bir daha evlenmeyen Florence Green (Emily Mortimer) yalnız yaşayan ve tüm dünyası kitaplar olan, içine dönük bir kadın. Filmi izlediğimde ona imrenmedim desem yalan olur. Florence’ın tek arzusu; uzun zamandır terk edilmiş olan eski bir evi alıp, orayı hem kendi yuvasına çevirmek hem de bir kitapçı açmak. Herhangi bir sanatsal-kültürel etkinliği olmayan kasaba için bir dinamik olacağına inanan Florence, başta kasabanın elit kısmı olmak üzere tüm dar kafalı, at gözlüklü halkın tepkisiyle karşılaşıyor… Hikayenin bu bölümü, size çok yabancı gelmiyor olsa gerek...


***


Florence'ın hayatta en zevk aldığı şey kitaplar. Kitap okuma aşkını işine dönüştürerek, gece-gündüz çalışmaktan şikayetçi olmayan ve hatta çalıştığı yerde yaşamayı da tercih eden bir ruh. İçine dönük ve insanların ikiyüzlülüğünden kaçan, ama inandığı şeyler uğruna bir o kadar da mücadeleci ve cesur bir kadın. Onun karşısında ise ‘ben yaptım oldu’ diyen, her şeyi dümdüz etmekten geri durmayan, yalancı ve dedikoducu bir kitle var. O dönem en çok satan “Lolita” kitabı da filmde, kitapçıya karşı olanlar tarafından tartışmaların göbeğine konuyor. Gerekçe de kitabın ilanlarının kasabadaki huzuru bozması...


Bazı insanlar vardır, onların taşıdığı bayrak birilerini özgür kılar, nefes aldırır, güç olur ve ilham verir. Onların sayesinde bayrak hiç yere inmez. Ama bilin ki o bayrak sadece cesur olanların elinde yükselir ve sadece onlar hayatın akşını değiştirip insanları peşinden sürüklerler.


Ve cesur Florence'ın dediği gibi, “Hayat varsa, umut da vardır.”