Arkadaşım “Bizim ne de çok anma günümüz var” deyince, “Acılarla sevinçlerin, onurlarla yıkımların, övünçlerle utançların, 'yaşasın' dileği ile 'bir daha asla' duruşlarının harman olduğu bir coğrafyaya ve uçsuz bucaksız bir tarihe sahibiz, ondandır” karşılığını verdim. Eylül ayı buna güzel bir örnekti. 1 Eylülde “barış” bilincimizi, kıyım makineleri bir daha çalışmasın diye parlatıyor, evrensel bir çağrıya ekleniyorduk. 6-7 Eylül bu topraklarda yaşanmış en hazin utançlardan biriydi, “bir daha asla” temennimizi ve kararlılığımızı unutmadan-unutturmadan koruyabilirdik.

9 Eylül, emperyalizmin tarihsel bir yenilgiye uğramasının, adı İzmir olan bir kentin, bir ülkenin kuruluşuna kapı açmasının onur günüydü. Özgürlük ve bağımsızlık şenliği olarak kutlamak, atalarımızı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile o mucize kadroyu saygı ve minnetle anmak, yurtseverliğimizin gereğiydi. Üç gün sonra, onur yerini kedere, dehşete, “bir daha asla” duruşunu ve kararlılığını anımsamaya bırakacaktı. 12 Eylül’den söz ediyorum elbette. Kuşaklar katliamına yol açan, bir ülkenin demokrasi bilincini ve algısını dinamitleyen, emperyalizmin işbirlikçileri ile “Neo Ortaçağ”ın patronları ve uşakları dışında, hiç kimseye yarar getirmeyen bir kepazelikten söz ediyorum. Bu yazıyı 2020 12 Eylül’ünde, sabahın altısında yazıyorum. Kaleme ve ruhuma sahip çıkmaya, meramımı korumaya çalışıyorum. 12 Eylül üstüne ilk sahne oyunu “Külrengi Sabahlar” başta olmak üzere, sayısız kelam üretmiş biri olarak diyebilirim ki, bu insanlık suçu benim kuşağımın temel izleği ve bu ülkenin en vahim travmalarından biridir. 12 Eylül mamullerini, “Hesap soracaklar” aymazlığı ve “Yetmez ama evet“ tuhaflıklarıyla destekleyip, bugünkü ahvale odun taşıyanların ve şimdi bu utancı kırık dökük dillendiren nadimlerin kulaklarını çınlatıp, konuya dönüyorum.

Böylesi utanç günlerini “Üstünden 40 yıl geçti, artık kaşımayalım, kurcalamayalım” cıvıklığına gömmek neyse, onur günlerini liboş ve gerici serkeşlik içinde geçiştirmeye, unutturmaya, itibarsızlaştırmaya çalışmak arasında milim fark yoktur. Bu saçmalığa kapılmamanın tek yolu, andığını anlamaya çalışmaktan geçer. Bilgiden nasiplenmiş fikir, duruş, tutarlık yoksa, utanç günlerinde anlamsız sızlanmayı marifet, onur günlerinde müsamerelerle yetinmeyi cengaverlik sanırsın.

Hakkını verelim ki bu konuda, örneğin 9 Eylül’de, İzmir çok olumlu örnekler sergiledi. Başta bizim gazetenin özel eki olmak üzere, dün-bugün-yarın diyalektiği içinde okunması şart işler üretildi. Anlayarak anmak, gerçeğin üstünde tepinip kendi tarihlerini yazmanın peşine düşenleri ve bu ülkeye biçilmeye çalışılan yarınları görmeye yarar. Tarih bilinci, tam da bunun için gereklidir.

Cihat ve haçlı saçmalığının oluk oluk kan döktüğü geçmişi bilmeden, zavallılaştırılan Ortadoğu’da ülke sınırlarının niye cetvelle çizilmiş gibi durduğunu görmeden, demagojiye gizlenmiş emperyalizmin halkları, kültürleri, uygarlıkları niye birbirine boğazlattığını merak etmeden… Ne 1 Eylül Dünya Barış Günü kutlanabilir, ne Trumpgillerin gözlerindeki ve dillerindeki kötülük anlaşılabilir. İşte o yüzden, mesela bizim 9 Eylül gibi bir zafer destanını anarken, neden ikide bir Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözüne uğradığımıza hala şaşırılmaktadır. 9 Eylül’ü anmak Türk ve Yunan halkları arasındaki düşmanlığı kışkırtmak değildir dediğimizde, suyun iki yakasında bu tıynetle tümce kuranları “faşist” olarak nitelediğimizde, asıl düşman halkları birbirine düşman kılmaya çalışanlardır diye yazdığımızda, suratımıza bön bön bakılması bundandır. Gel de bunlara, mesela Gazi’nin neden o bayrağı çiğnemediğini, neden savaşın külleri soğumadan “Balkan Festivali” düzenlediğini anlat!

Bu yıl da, “Söz Yetmez” şiirime gösterilen ilgiden, 9 Eylül’ün simgesine dönüştürülmesinden onur duydum. Gerçi işin Nazım Hikmet’in şiiri olarak tanıtılmasına kadar uzaması, hatta Tele 1’de sevgili Merdan Yanardağ’ın bile aynı yanlışa düşmesi ve hemen düzeltmesi, bir yandan gülümsetti, bir yandan “pes artık” dedirtti. Bu da günlerin kişisel tarihime eklediği bir şirinlikti. Benim asıl teşekkürüm, o şiirin ruhunu ve duruşunu paylaşanlaradır.