Uzun yıllar önce, Londra’da bulunduğum dönemlerde, mideme saplanan bir acı nedeni ile başvurduğum doktor, apandisit şüphesiyle beni merkezdeki bir hastaneye sevk etti. Bir gece müşahade altında tutulacak ertesi gün taburcu edilecektim. 

Sabah uyandığımda yaşlıca bir hademenin odamın kapısını silmekte olduğunu gördüm. Yattığım yerden kendisini izlemeye başladım. Elindeki üç çeşit bezin önce ıslağı ile bir kısmı siliyor, sonra bir başkasıyla kuruluyor, son bezle de cilalıyordu. Islak bezi ise her seferinde tekrar ilaçlı suyla yıkayıp ondan sonra kapının bir başka bölmesine geçiyordu. 

Anlattıklarımdan oda kapısının öyle devasa bir kapı olduğu intibaı uyanmasın sizlerde, bildiğimiz standart hastane odası kapısı. İşini öylesine büyük bir titizlik ve ciddiyetle yapıyordu ki,  kendisine seslendiğimi bile duymadı. Tekrar seslendim. “Günaydın”   dedim.  “Kapıyı gerçekten çok güzel temizlediniz.  Pırıl pırıl oldu dedim.”  Yaptığı işin beğenilmesinden memnun bir eda ve bakışla bana döndü. “Bu kattaki kapıların temizliğinden ben sorumluyum. Bu sorumluluğumu gerektiği gibi yerine getirmezsem kendimi affedemem” dedi.  O an kendi kendime “bunların kapı temizleyicisi bile işi ile ilgili sorumluluğunu böylesine ciddiye alarak yapıyorsa, gerisi  nasıl acaba” diye düşündüğümü hatırlıyorum.

İngiltere’deki kalış sürem boyunca gördüm ki, kişilere bu sorumluluk hissini onlara toplum ve aile aşılıyor. İşini yapmayan veya kötü yapanı toplum ciddi biçimde kınıyor, iyi yapanı ise daima takdir ediyor. İşyerinde de aynı mantık devam ediyor. Kimse şu ya da bu partinin elemanı olduğu için bir yere getirilmiyor, kimse şu yada bu bakanın adamı olduğu için terfi ettirilmiyor. Hem işe kabul ve hem de girdikten sonra performans kriterleri son derece şeffaf. “İşini iyi yapıyorsan kariyerinde yükselirsin, kötü yaparsan kariyerin sona erer" mantığı hakim.

***

Bununla ilgili bir başka önemli konu da cezaların ağırlığı. İşini iyi yapmaman nedeni ile oluşan herhangi bir olumsuzlukta çok ciddi cezai müeyyidelerle karşı karşıya kalıyorsun.. Hakimler kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. Gereğine göre basıyor cezayı.

İşte bu nedenle batı toplumlarında hemen hiçbir alanda bizdeki Soma, Erzincan faciaları gibi büyük maden faciaları yaşanmıyor. Firma sahipleri, gelişen teknolojiye uygun aparatlarla üretim yapıp, en son araştırma bulgularına göre oluşturulan koruma tedbirlerini alıyor. Bu hususu kontrol görevinde olan denetçiler de bunların yapılıp yapılmadığını tam anlamıyla denetliyor. Biliyor ki işini ihmal ederse yandı.

Soma, Erzincan ve benzeri faciaların temel nedeni bence ‘adam sende’ci yaklaşımlardır.  Firma sahiplerinden başlayıp, tüm karar ve denetim mekanizmalarındaki kişiler ihmalleri olsa bile bir şekilde kurtulacağına inanmışsa, bugüne kadar pekçok  şey yapanın yanına kar kalmışsa tedbir almaya ne gerek var. Tedbir almak para ister, yatırım gerektirir. Alet edevat pahalı. Oysa ki insan hayatı bedava. 

Politikacılar olan bitenin öncesinde ve sonrasında adam kayırmışsa, toplumu oluşturan her kesim yaşanan  facialardan kendine göre dersler çıkarmamışsa böyle gelmiştir, böyle de gider. 

Ne zamanki, batı toplumlarındaki ticari, endüstriyel, sendikal, toplumsal, hukuksal, bireysel, ahlaksal ve politik standartlara kavuşuruz, işte o gün facialar da son bulur.